Fil Yorgunluğu

iş bu sözleşme ile potansiyelinizin kısıtlı olmasına bakmaksızın yazma,çizme hususundaki ısrarlarınızı görüp, bunu nüktedanlığın sınırlarına vurarak hem acıma hem saygıyla karşılayıp-yedim ama beğenmedim- akabinde gösterrmiş olduğunuz çabalardan ötürü ve/veya ornitorenklerin evcilleştirilmesi hususundaki çabalarınıza istinaden, yetkin bir mühendis olma yolundaki çablarınızı hoşgörüyor ama yazmanın çizmenin size bir arpa boyu kadar yarar sağlamayacağı TC 1545 sayılı kanun hükmünde kararnamesiyle belirlenmiş olup, gereğinin yine şahsın kendi tarafından yapılması uygun görülmüştür.

İmza
Devletlü Padişahım Çok Yaşa Kayı Boyu

Paraf
Bat dünya bat. Şarkısı kaldı yarıda, aklı kaldı karıda. Sebep olanın ocağı batsın.

Feridem, kal sen sonra gelirsin…

28 Ocak 2009 Çarşamba







Güzel kokular geliyor burnuma. Karanlık, göremiyorum. Kırçiçeği gibi çok daha aristokrat, elit bir havası var. Sanki özellikle belli bir zümre için açıyormuşçasına. Başımı döndürüyor, sarhoş gibiyim ama aynı zamanda ayık gibi. Çakırkeyfim diyeceğim, gülecek herkes o olacak. Zifiri karanlık ama korkmuyorum. İlk kez karanlık korkutmuyor beni, şapkam olsa çıkarırdım; melon şapka.
Siyah-beyaz bir melodi geliyor az biraz kulağıma, ağıt gibi ama değil aynı zamanda. Gülümsetiyor, buruk biraz, iç geçirmeye müsait. Anlam veremiyorum. Biraz aydınlandı gibi etrafım. Yine de göremiyorum açık seçik her şeyi. Perde mi indi nedir gözlerime? Zamanıydı zaten, ihtiyarların gözlerine perde inip herkese “Sen mi geldin yavrum?” dedikleri zaman geldi sanırım. Olsun varsın,napalım? Hem yanımda Feride var. O anlatır bana her şeyi. Sahi Feridem nerde? Bak şimdi canım sıkıldı. Niye yalnız bıraktı ki bu ihtiyar beni? Torun tombalak gelince unutuyor bizi. Sanki torunları vardı 60 yıl yanında, peh. Neyse hatırlar herhalde bi’ ara, ihtiyar tabi unutuyor.
Sanırım yavaş yavaş anlıyorum. Şekiller belirginleşiyor, ağırdan satıyorlar ama bana sökmez. Rüya gibi bi’ şey olsa gerek, yavaştan uyanıyorum,yani sanırım.
20 dakikadır aynı yerde yatıyorum. Hiç bana uygun değil. Kurt var benim kıçımda, sağa sola dönmeden duramam. Lakin 20 dakikadır put gibi sabitim. Felç mi indi lan yoksa? Aha tırsmaya başladım.
Terliyorum, yani en azından öyle hissediyorum. Stres altındayım. Felç riski canımı sıkıyor. Tamam biraz! yaşlıyım belki lakin çimler hala yeşil, dayanamam yataklara düşmeye. Ölürüm daha iyi. Feride nerde yahu? Nerdesin be kadın? Ömrümü yedi ander karı? Yok hayatım yok, şaka yaptım, bulamadım seni ondan. İyi de nerdesin be Feridem?
Feride demişken hakkını yemiyeyim hatunun. O olmasa tutunamazdım hayata, esaslı hatundur. Ormanda 10 kaplan gücündedir ki ben bunları aklımdan geçirirken yine bir şeyler yapıyodur benle ilgili psişik karı. Seviyorum ulan seni, Allahsız! Ahhh! N’oluyor? Kim lan o? Birisinin vurup kaçtığına yemin edebilirim. Feride sen misin? Ne dedim ki ben şimdi? Hayır şiddete ne gerek var. Yakışıyor mu koca koca insanlara. Feride vuran sensen eğer kırdın kalbimi. Orda mısın? Feride nerdesin, ağlatıcan kocaman ihtiyarı…
Neyse çıkar bi’ yerden. Bu kadın var ya bu kadın, başka bi kadın ağalar. Farklı yani diğer kadınlar gibi değil. Psişik, ruhani güçleri var.Nasıl mı? Şöyle ki; ben meğersem 20 dakikadır boşuna hareketsiz yatıyomuşum. Niye? Çünkü işkembeden hareket edeyim ben diyince olmuyor bu işler. Hareket için icraat lazım. Feridemin sayesinde istedim ve oynattım parmaklarımı. Çok da kolay oldu. Hıyarlığıma doymayayım. Feride çok seviyorum seni çok.
Hareket edebiliyordum hatta sanki o 100 kilo göbekli adam gitmiş yerine tüy siklet bi’ çocuk gelmiş. Sevdim bu işi. Ortalık iyice aydınlanmıştı artık. Kalkıp iyice bakmak istedim çevremde olan bitene, kalktım… Tahta hacimli bir şeyin üzerinde oturuyordum. Lakin ne olduğu pek ilgimi çekmedi. Müziğin sesi belirgindi artık. Doğru algılamıştım; ikili bir etkisi vardı. Hem melankolik hem de buruk da olsa gülümsetici cinsten, ortaya karışık çoban salatası gibi. Olsa da yesek. Ferideee! Nerdesin? Karnım acıktı. Bulayım bari Feridemi, salata yapsın. Çok ihmal etti beni.
Oturduğum tahtaya abandım, kalktım ayağa… Biraz uzun sürdü bu doğrulma işi. Kalktım, yürüdüm ama değişikti doğrusu. Yere değmiyordu ayaklarım. Rüya görüyordum sanırım hala. İyi de uyanıktım ki ben. Anlam veremiyorum. Garip! Müziğin sesi giderek yaklaşıyordu. Müzik mi bana, ben mi müziğe doğru yaklaşıyorum orasını bilmiyorum lakin hoşuma gidiyordu melodi. Dikkatimi dağıtmamam lazım, Feride belki beni bekliyordur. Hem karnımda acıktı. Havadaydım ama adım atabiliyordum. Altımda taaa aşağıda ufak siyah cisimcikler hareket ediyordu. Uzun bir çizgiyi andırıyorlardı. Sanki beraber hareket ediyorduk. Ben adım atıyordum onlar karşılık veriyordu. Onların adımını benim ki takip ediyordu. Gülümsedim, aklıma ortaokulda okulun bahçesinde ikişer ikişer yürüyen kızlar geldi. Biri sağ adımını atarsa diğeri de aynısını yapmak zorundaydı. Gizli bir armoni söz konusuydu, bilinç altına kazınmış. Sonra kendi halimi hatırladım; Bond çantamı, çizgilere basmamak için helak olan, bunu gören kızların ağzına her daim sakız olmuş ben. Ferideyle tanışmamıştım o sıralar. İyi ki tanışmamışım. Neme lazım ya erken bıksaydım ondan? Napardım onsuz ben? Nerdesin be Feride? Yıllar ne çabuk geçmiş. Ağlamak istedim, nıt(dille üst damağın arasından çıkan ses,bir nevi cık) serde erkeklik var ağlayamam. Orhan Veli geldi birden aklıma, Ezginin Günlüğü, Nazım, Ferideme adadığım şarkılar, seni düşünmek güzel şey Feridem. Salladım elimi, kovdum olmayan sinekleri. Feride böyle görmesin, şımarmasın. Huysuz ihtiyar oyununa devam etmeli. Yoksa nazım geçmiyor kadına. Salata istiyorum Feride. Nerdesin yahu kadın?

Müzik çok daha yaklaştı sanki. Yanımda hatta beynimin içinde çalıyorlarmış gibi. Baktım etrafıma arandım, tarandım. Bulmam lazım, kaldırdım kafamı bir de ne göreyim; benim gibi iki kişi daha var. İki karış yukardan takip ediyorlardı sanki beni. İkisi de birbirine benziyor. Pür-ü pak giyinmiş biri beyazlar içinde, diğeri deniz mavilerine bürünmüş denize vuran güneş misali gözümü alıyor. Kadın çizgileri vardı suratlarında, bu muhteşemlik bir erkeğe nasip olmamalıydı zaten. Sanırım anladım ne olduğunu, gerçekten rüya görüyordum. Melekti ki bunlar. Başka bir yaratık olmalarına imkan yoktu, bu kusursuzluğun örneği olamaz. Çok rüya görürdüm zati, bunlara bir diğeri eklendi sanırım. Maviler içinde ki solunda duran diğerine döndü, gülümsedi- ne güzel herkes mutlu diye geçti kafamdan. Sonra müzik değişti, itiraz edercesine bir hal aldı, sanki başka türlü bir şey olduğunu anlatmak istiyordu. Ayak diriyordu, yanılıyorsun diyordu. Anlam veremedim. Kafam karıştı. Sonra deniz mavisi olana takıldı gözlerim, elleriyle bazı hareketler yapıyordu. İşaret diliydi bu! Konuşamıyordu! Nasıl olur? Bir meleğin kusuru olur mu hiç? Ben bunları düşünürken ağzı kulaklarına vardı, işaret dilini kullanıp inatla bir şeyler anlatmaya çalışıyordu bana. Anlamamakta ki ısrarım ise sürüyordu. İyi de ben bu dilden anlamam ki. Bu sefer ikisi birden gülümsedi. Müziğin şiddeti arttı, ellerin dansı daha ritmik bir şekle büründü. Sanırım anlıyordum; ikisini birbirinden ayırıp anlamaya çalışmak yararsızdı. Bir bütün olarak düşünmem gerekiyordu, e düşündüm bende… Birkaç dakika sürmedi ki her şey yerli yerine oturdu. Anlatmak istediklerini anladım. Kelimeleri peşi sıra dizdiler, paragraflarca konuşmuşlardı. Ama ben özet geçicem: Yolculuktan bahsediyorlardı, çıkılması gereken bir yolculuk. Patika dediler, görülmesi gereken, görmen gereken yerler var dediler. Mutluluk, çok mutlu olacaksın dediler. Ne zaman? diye sordum. Güldüler, çok hem de, ne kadar sürdüğünü bilmiyorum ama ziyadesiyle hoşuma gitti. Ben de eşlik ettim onların kahkahalarına. Gerçi biri sadece gülümseyebiliyordu, kahkaha atma yetisi alınmıştı elinden. Diğeri ise gülünce müziğin şiddeti katlanıyordu, rahatsız etmiyordu. Bilakis katmerli bir hal alıyordu insanı kaplayan mutluluk. Yani kısacası kahkaha atabilen bir tek ben vardım. Ben bunları düşünürken iyice ayyuka çıktı kahkahaları. Sanırım benimle alay ediyorlardı. Olsun varsın, alay etsinler. Ben mutluyum ya gerisi boş. Ah bi’ de Feride yanımda olsa…
Uyandım, gülüyordum. Huyum değildir, uykuda güldüğüme şahit olduğunu sanmıyorum Feridenin. Neyse, rahat uyumuşum demek ki, oh mis. Karnım acıkmış, Ferideme bakındım. Karşımda durmuş bana bakıyordu. Konuşmadık, öylece ben ona baktım, o bana. Dakikalarca bakıştık. Garip bir huzur kapladı içimi, eminim aynı duygular Feridemi de sarmıştır, şükrettim Tanrıya. Sonra ayaklanmaya hazırlandım. Feride seslendi “ Elindeki nedir, bey?” Yumruğumu sıkmışım yatarken ki huyum değildir. Garip bir gece olmuş doğrusu. Açtım, parmaklarım boğum boğum olmuş, kandan kıpkırmızı, patlıyacaklar sanki. Avucumun içindekine baktım, seçemedim önce, çapaklı gözlerim izin vermedi. İyice odakladım gözlerimi,belirdi nesne; sipsi. Parmak kadar sipsi avucumun içinde yatıyordu, terden ıslanmıştı. Güldüm elbette, yolculuk ne zamandı acaba? Feridem gelmesin ama bu sefer. Tamamen yalnız bıraksın beni. Kıyamam ki ben ona..

0 yorum:

Yorum Gönder

  © Blogger template Brownium by Ourblogtemplates.com 2009

Back to TOP