Fil Yorgunluğu

iş bu sözleşme ile potansiyelinizin kısıtlı olmasına bakmaksızın yazma,çizme hususundaki ısrarlarınızı görüp, bunu nüktedanlığın sınırlarına vurarak hem acıma hem saygıyla karşılayıp-yedim ama beğenmedim- akabinde gösterrmiş olduğunuz çabalardan ötürü ve/veya ornitorenklerin evcilleştirilmesi hususundaki çabalarınıza istinaden, yetkin bir mühendis olma yolundaki çablarınızı hoşgörüyor ama yazmanın çizmenin size bir arpa boyu kadar yarar sağlamayacağı TC 1545 sayılı kanun hükmünde kararnamesiyle belirlenmiş olup, gereğinin yine şahsın kendi tarafından yapılması uygun görülmüştür.

İmza
Devletlü Padişahım Çok Yaşa Kayı Boyu

Paraf
Bat dünya bat. Şarkısı kaldı yarıda, aklı kaldı karıda. Sebep olanın ocağı batsın.

Dokulmekte...

30 Aralık 2007 Pazar

Hafızam balıklarla at başı. Bazen inme iner gibi birden ampul yanıyor, lakin kerhane lambası gibi kendine hayrı yok, fahişelere nasıl olsun…. Ellerim titriyor.… Yeminli dayıların bana bıraktıkları ve benim alışabildiğim en spekteküler zaaf...Saçlarım dökülüyor, çalışma masam, abimin mezarı misali yapraklardan görünmez olmuş. Sucu çocuðu çağırsam uzun sürer mi? Valporik asitle olan aşkım bitmeli, düzeyliydi belki 1000 civarı, "uzunsun " demişti anca paklar . Hâlbuki 500ünü kaldıramadı ki ufaklık…
Hep en küçük kalmayı istemiştim, kıpkırmızı bir kafayla ortalıkta koşturmak, babamın sigarasını ağzından alıp sobaya atmak akabinde futbolcu kartı sevdasına yanaktan ısırıp "baba,ellibinlira versene..." diye cümleleri ağzımda yayabilmek.olmadı...aaa miki işemiş akşam, kaç kere dedim yatarken çişini yap diye.yapardım çişimi, lakin anlamadınız ki be anne, farklı olmaktı arzum…
Farklılaştım, dökülüyorum…
2520000 mg...limit gider sonsuza!

Read more...

DİYET(Son Nefes)

29 Aralık 2007 Cumartesi



Ayçiçeklerinin arasından sızıyordu güneş ki batmaya meyletmişti, derin bir nefesin ardından ufka baktı adam upuzun yolu kesti, nasıl bitecek diye düşündü, yorgundu üstelik. Ah bir bitse şu angarya. 2 yıldır görmemişti ailesini. Özlemişti aslında ama yol gözünde büyüdükçe büyüyordu. Güneş rahatsız etmiyordu artık, tatlı bir mayhoşluk hakim oldu üzerine, kafasını salladı, irkildi. Araba kullanırken tehlikeli olabilirdi bu rehavet. Yola baktı yılan gibi kıvrılıyordu önünde, annesini düşündü akabinde ise annesinin küçükken ona anlattığı "Yılanların öcü" filmi geldi aklına, güldü. Komikti çünkü; Kadir inanırın acayip Orta Anadolu aksanı takıldı aklına, tekrar güldü, sonra gözleri kapanır gibi oldu, başını salladı, kendine gelmesi gerekiyordu… Annesi kapının eşiğinde durmuş onu çağırıyordu, terlememesini, babasının elikulağında geleceğini söylüyordu... Ne babası diye düşündü, babamlar Aydında değil miydi?..

Uyandığında araba ağaca çarpmıştı, önemsizdi lakin. Uyumuştu, ne kadar bilinçsiz kaldığından bihaberdi, kurtulmaya başardı kolayca çıktı araçtan. Bakındı etrafına, yerde kanlar arasında yatan adamı gördü, irkildi birden, yaptığı şeyi düşündü- kısa sürdü lakin bu- bakındı etrafına arabaya atladığı gibi kökledi gazı tam yol devam etti. O yola devam ederken arkasından bakanı fark etmemişti, gülümsedi adam, üzerindeki tozu toprağı dövdü, mendilini çıkardı başını sildi, "Borçlandın bana" dedi ve yürümeye başladı...

Tarık Akan misali uzun ince bir yolda ilerlemekteydi, yabancının Taner Birsel olması da başlı başına kaygı vericiydi zaten. Fikrimin ince gülü gibi yolda kayıyordu adeta araba, sağ ön lastik üstündeki ezik hiç rahatsız etmiyordu. Evet görünüşü biraz kötü olabilir ama yılan gibiydi araba işte kıvrılıyordu yollarda, sarı Mercedes misali… Eve vardığında annesi karşıladı, fark etmişti bir sorun olduğunu, sezmişti, Ne annesi sordu ne olduğunu ne de o anlattı. Babası da anlamıştı bir şeylerin ters gittiğini ama önce temiz bir azar çekmesi lazımdı oğluna; nerdeydi 2 yıldır? Ana babasını hiç mi özlemiyordu? Babasının sesi o kadar puslu geliyordu ki kulağa her göğsü inip kalktığında derin, son bir nefes alıyordu sanki… Fazla durulmadı üstünde oğlanın halinin kötülüğünden, erken yatıldı, köy yeriydi orası, sabahı akşamı belliydi, ezanla kalkıp ezanla yatılırdı.
Zifiri karanlık, elektrik direkleri kerhane lambalarını anımsatıyordu, kendisine hayrı yoktu ki başkasına olsun, tek eksiği renksiz oluşuydu o da olsa, Zürafa'dan farkı kalmıcaktı köyün. Güldü düşündüklerine, derin bir nefes çekti ve uykuya daldı, ama yanlış zamandı uyku için. Uyumamalıydı, bugün olmaz, bir kazaya sebep olmuştu, belki de bir ölüme. Ne kadar insafsız olduğundan dem vurdu kendi kendine, ikiyüzlülük yapıyordu aslında, bi' nevi diyet ödüyordu. Kendine kızarak üstesinden geleceğini zannediyordu. Yanıldığını o da biliyordu ama itiraf edemiyordu kendine. Ta ki yanılgının kendisi pencerenin kenarında ki somyada şekil bulana değin.

...İrkildi, odasında bir yabancı hem de bu saatte, önce babası sanmıştı, sonra komşu dayı… Saçma olduğunu düşünüp kafasını salladı, gözlerini ovuşturdu. Hala ordaydı, kanlı canlı, dışarı bakıyordu. “Kerhane lambasına benzemiyor mu sence de? Zaten hepsi birbirine benzer, loş ışık hafif titrer ki fahişelerin kusurları daha az belli olsun” dedi. Yabancı hala dışarı bakıyordu, istifini bozmadan ekledi “Aslına bakarsan ezanla yatıp kalkmak hem insanın işine geliyor hem de gücüne gidiyor, ama şimdilik bu konuya gireceğimi sanmıyorum…” yabancı konuşurken gıkını çıkartamamıştı, garip ama rahatsızlık da duymamıştı onun varlığından, sadece dinlemişti. Kim olduğunu merak ediyor ama soru sormaya cesaret edemiyordu. Onun yerine yabancı bu merakını giderdi “Borçlusun bana… Bugün, yapmaman gerekeni yaptın ve bana borçlandın…”İşte o anda şimşekler çakıverdi aniden, anlamıştı kim olduğunu, birden kuruyuverdi boğazı, konuşmak o kadar zor hale gelmişti ki karabasan misali kelimeler tıkıyor, mengene gibi sıkıyordu gırtlağını. "Ama..." diyebildi sadece, başka bir kelime çıkmadı ağzından zaten yabancı da pek konuşturmaya meyilli değildi onu.”Borçlusun bana, diyeti ödemen gerek…” Mengene gitgide daralıyordu,ellerini boğazına sardı,açmaya çalıştı,nafile yere tırmalıyordu boğazını, köpek dövüşlerinde can çekişen mahluklara benziyordu; aciz.... Bir damla gözyaşı döküldü,süzüldü yanağına doğru,dudaklarına değdi,irkildi birden “sen..”dedi,bulmuştu kurtuluşu,dökülüvermişti ağzından kelimler “sen O’sun…Kim olduğunu biliyorum, imkansız...”kafasını salladı deliler gibi,tırnaklarını daha da batırdı boğazına,mengene açılıyordu yavaş yavaş,iyice batırdı tırnakları,kanlar süzülmeye başladı,içliği sırılsıklam olmuştu,kanla terin karışımı çok rahatsız ediyordu ki birden çırılçıplak olmayı diledi. Sıtma vurdu aniden vücuduna, irkildi…Yabancı tüm bunları hesaba katmamıştı, hâlbuki kolay bir iş almıştı, borcu tahsil edip, başka tahsilâtlar için bekleyecekti, milyonlarca vardı sırada daha, ama zamanını çalmıştı bu oğlan, sıkı çıkmıştı, gözyaşı her şeyi bozmuştu, tüm planlarını…”Borçlusun bana, diyet ödemen gerek…” tekrar tekrar aynı şeyi söylüyordu, 4.tekrarda anca anlayabildi yabancının kim olduğunu; bugün çarptığı bir insan değildi aslında, kanatları yoktu ama kim olduğunu biliyordu, iyi de bir insan nasıl olurda kutlu yaratıklara zarar verebilir… Düşündü çıkamadı içinden işin, yabancıya baktı, cesaretini toplamıştı artık, boğazı kurumuyordu, atıldı aniden “Nasıl olur? Bu imkânsız, nasıl sana zarar verebilirim ki? Kutlusun sen, ama gördüm yüzün kan içindeydi, kıpırdamıyordun, nasıl?” kafasını salladı, özrünün kabahatiyle oynadığı oyunu anlayıp sustu, iç çekip ağlamaya başladı, astım nöbeti geçiriyordu sanki… “Borçlandın bana,diyeti ödeyeceksin..” yabancının sesindeki tını değişince “ah” etti oğlan,anlamıştı artık borcunu ödemesi gerekiyordu… İste korktuğu başına gelmişti yabancının, yapmaması gerekeni yapmıştı oğlan, ikinci bir şans istemeyip, kaderine razı olmuştu, bu da gayrı ihtiyari ikinci bir şansı doğurmuştu, bazen anlayamıyordu rabbini, neden böyle bir emir vermişti ki, milyarlarca mahlûkat vardı, neden ikinci bir şans gerekliydi… İrkildi yabancı, sıtma nöbeti onu vurdu şimdi de, mesajı almıştı, buyrukların üzerinde kafa yormak onun haddi değildi, işini yapmak zorundaydı, tövbe edercesine gökyüzüne baktı… “Borçlandın bana, diyet ödenmeli” dedi yabancı, sesin tınısı tekrar değişmişti, daha uysaldı bu kez.”Ama amorti sana vurdu” dedi ve güldü…”Bu da demek oluyor ki ikinci bir hakkın var” kafasını sokak lambasına doğru çevirdi, eliyle ufak bir hareket yaptı ışık daha canlıydı sanki yaşamın ışığı gibi içten, tok, gür geliyordu artık…”Tek bir şansın var ki bu sefer dönüşü yok, ya yapacaksın ya diyeti ödeyeceksin… Seçim senin..." dedi ve devam etti "hayatını sana feda edebilecek birini bulursan, bu fedakârlığı istersen, isteyebilirsen, tekrar geleceksin dünyaya, aynı yerden devam edeceksin, hiçbir şey yokmuş gibi devam edeceksin, soru yok, cevap yok, sadece seçenekler var önünde, seçim senin…” Konuşmayı kestiğinde, oğlan idrak edememişti olan biteni, duvara bakıyordu, örümcek ağında çırpınıp duran sineğe kaymıştı gözü, kurtulamıyordu aptal yaratık, nasıl kurtulabilirdi ki? Bir elin çekip çıkarması lazımdı onu. Kutsal bir elin, Maradona geldi aklına birden, güldü, şu durumda bunu düşünmesine inanamıyordu… Gözü seğirmeye başladı, neler olduğunun, başındaki belanın farkına varınca döndü, pencerenin önündeki somyaya baktı, sokak lambasından gelen titrek ışık vuruyordu üstüne..Yalnızdı artık, kimse yoktu, soru yok,cevabı yok...

...Ayçiçeklerinin arasından sızıyordu güneş ki batmaya meyletmişti, derin bir nefesin ardından ufka baktı adam upuzun yolu kesti, nasıl bitecek diye düşündü, yorgundu üstelik. Ah bir bitse, angarya gibi geliyordu. 2 yıldır görmemişti ailesini özlemişti aslında ama yol gözünde büyüdükçe büyüyordu. Güneş rahatsız etmiyordu artık, tatlı bir mayhoşluk hakim oldu üzerine, kafasını salladı, irkildi. Araba kullanırken tehlikeli olabilirdi bu rehavet. Yola baktı yılan gibi kıvrılıyordu önünde, annesini düşündü akabinde ise annesinin küçükken anlattığı yılanların öcü’nü, güldü. Komikti çünkü; kadir inanırın acayip orta Anadolu aksanı takıldı aklına, tekrar güldü, sonra gözleri kapanır gibi oldu, başını salladı, kendine gelmesi gerekiyordu… Annesi kapının eşiğinde durmuş onu çağırıyordu, terlememesini, babasının evde olacağından söz ediyordu. Ne babası diye düşündü, babamlar Aydında değil miydi?..

Güneş odaya sızarken,sarhoş bir horoz vakitsiz ötmekle meşguldü. Terlemişti,gazetelerde gece terlemesinin sebebi lenfoma olabilir yazıyordu,geçen gün okumuştu,tedirginliği daha da artttı,hastalık hastası olan bünyesi bir vurgunu daha atlatamazdı muhtemelen..Gözlerini ovuşturdu,kalktı, gerindi,sırt kemikleri çatırdadı, orta çağ işkenceleri misali inletti odayı. Eşikten geçti,dışarı çıktı,bastı tulumbanın koluna “vıyk vıyk”layan tulumbanın sesi komiğine gitti güldü,çok olmuştu bu sesi unutalı.Şoruldadı birden, döküldü,eğildi avuçlarına aldı suyu,o anda sirin arkasına baktı yabancı oradaydı,panikledi geriye doğru sendeledi, nefesi kesildi. Etrafına baktı,konuşamıyordu,bağırmak istedi,çıkmıyordu kelimeler,mengeneyi düşündü,tanrım yine mi? diye iç geçirdi… Tekrar bakındı etrafına solunda güneş yükseliyordu, gözleri tahammül edemedi buna kıstı kapattı, ışıkta yoktu artık, arkasını döndü güneşe, sağına döndü, cesaretini topladı açtı gözlerini daha kuvvetliydi ışık ama rahatsız etmiyordu, anlamadı ilk önceleri, odakladı gözlerini, dikkat kesildi, annesi oradaydı karşısında durmuş gülümsüyordu ona. Işıkla taçlanmıştı etrafı, gülümsüyordu, sonra bastı kahkahayı, katıldı akabinde “kıh kıh” diye ses çıkartıyordu hanımcağız, adile naşitin kopyasıydı sanki…Birden havanın akciğerlerine dolmasına izin verdi,patlayacaktı sanki tüm vücudu, mengene boşalmıştı “anne..” diye inledi. Işıktan taç daha da kuvvetlendi, ama tahammül etmek daha da kolaylaştı, lakin o gülüş kayboldu, anlamıştı annesi, bir gariplik vardı. Cesaret edemedi ama tekrar gülümsedi, yanındaki iskemleyi gösterdi, kafasıyla oturmasını işaret etti. Koşarcasına gitti, kendi yürüyordu ama ruhu koşuyordu adeta, sarılmak ağlamak istedi, yapamadı, oturdu yanına, başladılar önlerinde uzayıp giden yolu izlemeye… Yılan gibiydi, ikisinde aklına yılanların öcü geldi, eş zamanlı olarak güldüler, kıh kıh’ladı yine anne, kadir inanır komik adamdı vesselam, oğlan döndü annesine, güldü, başını kucağına koydu, yere doğru kaydı bakışları, bok böceğini sırtlamış götüren karıncaya takıldı gözleri, güldü, hemen sonra bir damla yaş süzüldü gözünden…

İki gün geçmişti aradan, kimsecikler yoktu ortalıkta, ne gelen vardı,ne giden,yabancıdan eser yoktu…Cesaretlenmişti oğlan belki bırakmıştır peşimi diye düşündü,inanmak istedi... Onikiye geliyordu saat gitme vakti gelmişti, ertesi gün iş vardı ki yetişmek başlı başına bir sorundu zaten. Annesi bir köşede elişi yapıyordu geldiğinden beri ilk kez yüzü asılmıştı, ama o taç yok mu? hiç kaybolmamıştı etrafından, biricik oğlu gidiyordu bugün, kim bilir ne zaman gelirdi bir daha? Olsun o mutlu mesut olsun, sağlığı sıhhati yerinde olsun, gerisi mühim değildi, Allah’a onun canını oğluna bağışlaması için defalarca dua etmişti, ömrüne ömür katsın rabbim diye bakmıştı gök kubbeye defalarca…

Vakit gelmiş, Abbas yolcuydu artık, vedalaştı son kez öptü ikisinin elini, uzun uzun baktı ikisine de, birden aklına yabancı takıldı, sanki kapı eşiğinde durmuş onlara bakıyordu, gülümsüyordu sinsi sinsi, kafasını salladı, silkindi birden. Annesi gülüyordu yine, ağlamıyordu, garipsedi bu durumu, pek düşünmedi, durmadı üstünde. Babası ağlamaklıydı, habire tavuklara kızıyordu, yine sıçmışlardı her tarafa, oğluna bakmamak için zor tuttu kendini, sağına döndü, iki tavuk kovaladı, bu aradan istifade gözlerini sildi, döndü oğluna kızmaya başladı “Bir daha bu kadar erken gelme, araya 3–5 sene koy öle gel tamam mı?" iki tavuk daha nasibini aldı "Gaybanalar sıçtılar yine her yere..." ”Güldü oğlan,geldiğinden beri kaçıncı kez oynuyorlardı bu oyunu acaba merak etti. Döndü arabasına doğru yollandı, Ezilmiş yere takıldı gözleri, artık ezik değildi, şaşırdı, nasıl olur? diye geçirdi içinden, sonra son birkaç günde olanları düşününce ne kadar saçma sapan düşündüğüne kanaat getirdi. Arabanın kapısını açtı, tam giriyordu ki son kez kaldırdı kafasını baktı el salladı annesine, babası tavuklarla meşguldü. Aniden irkildi, ışıktan taç artık babasının da etrafını sarmıştı, tavuklara kızdıkça daha da bir parlıyordu… Güneş gözlükleri ıslandı aniden, çıkarmadı ama kirpiklerini kırptıkça silecek misali temizleniyordu gözlükler… Bindi arabaya, gaza bastı, çevirdi arabanın burnunu hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı, ağladıkça gazı köklüyordu, diyet vakti gelmişti… Anne hala gülüyordu, maşrapada ki suyu döktü, gülümseme kaybolmadı lakin dudaklarından, iskemleye oturdu, başladı oğlunu seyretmeye, yol uzundu, yılan gibi kıvrılıyordu, yılanların öcü geldi aklına, kıh kıh’lamaya başladı yine, tavuklarla savaşını sonlandıran baba da oturdu yanına, güneş parlıyordu tepelerinde ama onlar kadar değil, alev alevdiler sanki. “Rabbim benim ömrümü ona bağışlasın, bey!” bir damla aktı dudaklarına, tuzlu bi tat bıraktı ağzında, gülümsedi… “Âmin, hanım âmin!” sildi gözlerini, hıçkırmıştı sanki kendi bile fark etmedi ama yaşlar süzülüyordu oluk oluk…

...Ayçiçeklerinin arasından sızıyordu güneş ki batmaya meyletmişti, derin bir nefesin ardından ufka baktı adam upuzun yolu kesti, nasıl bitecek diye düşündü, yorgundu üstelik. Ah bir bitse, angarya gibi geliyordu. 2 yıldır görmemişti ailesini özlemişti aslında ama yol gözünde büyüdükçe büyüyordu. Güneş rahatsız etmiyordu artık, tatlı bir mayhoşluk hakim oldu üzerine, kafasını salladı, irkildi. Araba kullanırken tehlikeli olabilirdi bu rehavet. Yola baktı yılan gibi kıvrılıyordu önünde, annesini düşündü akabinde ise annesinin küçükken anlattığı yılanların öcü’nü, güldü. Komikti çünkü; kadir inanırın acayip orta Anadolu aksanı takıldı aklına, tekrar güldü, sonra gözleri kapanır gibi oldu, başını salladı, kendine gelmesi gerekiyordu… Annesi kapının eşiğinde durmuş onu çağırıyordu, terlememesini, babasının evde olacağından söz ediyordu. Ne babası diye düşündü, babamlar Aydında değil miydi?..
Tüm bunları düşünürken ne uyuyordu, ne de dalıp gitmişti, bilinci yerindeydi, gülüyordu annesini taklit ediyordu, babasının tavukları geliyordu aklına, kadir inanırda komik adamdı vesselam, kıh kıh’lıyordu.. Gazı kökleyip kahkahalar atıyordu,kadir inanır da komik adamdı vesselam...Kahkahalar kıvrılan yolda beliren siluetle son buldu, kim olduğunu biliyordu,artık uyku yoktu, dikkatsizlik vs hepsini hasır altı edip durdurdu arabayı.Dikildi yabancının karşısına,diyet ödenmeliydi. Seçenekler vardı ama tercih yapabilecek durumu yoktu, nasıl isterdi anne babasından canlarını feda etmesini, o kadar aşağılık olamazdı, deli dumrulu düşündü, aynı durum lan! dedi, kahkaha atmaya başladı, bir süre sonra kahkahalar kıh kıh’ lara döndü… Yabancı son verdi kahkahalara “Evet dedi post-modern deli dumrulsun,hem tarih tekerrürden ibaret değil midir ki? İronik...Kelime buydu sanırım, evet oldukça ironik, medeniyet "hastası" değil mi bu kelimenin?” güldü ve devam etti “Borçlandın bana,diyet ödenmeli…” Güldü oğlan. “Hazırım, benim canımı alacaksın”dedi… “Borçlandın bana, diyet ödenmeli…” yabancı, takılmış plağı oynuyordu adeta, sürekli aynı kelimeler “Borçlandın bana, diyet ödenmeli…” Siniri bozuluyordu oğlanın, kaybedeceği ne kalmıştı ki artık “Yeter! Diyet ödenecek” diye atıldı…Yabancının gözleri parladı aniden, güneşin ışıkları gelmez oldu bir süre, yabancının boyu devasa boyutlara ulaştı, gülümsemeye başladı, günebakanlar nereye döneceklerini şaşırmış serseri mayın misali savruluyorlardı, toz toprak iç içeydi, oğlan korkmuyordu lakin, bilinmez gelecekti elbet, sadece acısız olmasını umuyordu. O toz toprak içinde yabancıyı aradı gözleri, buldu sonunda, yabancı da dikmiş gözlerini ona bakıyordu. Karşısındaki yabancı değildi lakin, başka birisi vardı orada, kutlu, devasa bir kütle, birden kanatlar beliriverdi, ve evet bir meleğe dair asıl işaret şimdi belirdi diye geçirdi içinden. Meleğin gözlerine dikkat kesildi, çeşitli siluetler beliriyordu ardın sıra, kimileri tanıdık geliyor, insani biçimleri andırıyor, kimileri ise sanki bu dünyadan değilmiş gibi geliyordu. İyice dikkat kesildi, aniden irkildi; bir ev, iki iskemle, iki insana ait şekil belirdi gözlerinde meleğin, kıvrılan yola bakıyorlardı, gülüyordu kısa boylu olan, uzun olanı ise ağlıyordu hıçkıra hıçkıra, birden sağına dönüp tavuklara kışt diyordu, ayağa kalkıp kovalamak istiyordu ama kalkamadı, kısa olan elinden yakalayıverdi, tuttu sımsıkı, bırakmadı. Üstelemedi diğeri, kabullenmişti durumu. Yola baktılar beraberce, biri kahkahalar atıyor diğeri hıçkırıyordu. İkisinin de etrafı ışıklarla çevriliydi, taçlanmış bekliyorlardı. Derken yabancı bir siluet belirdi arkalarında, ellerini ikisininde omzuna koydu “Hadi…” dedi, uzun olan çıkıştı “Niye geç kaldın? Hiç kimse umursamıyor bizi, yaşlılara hürmet hiç yok hiç. Kışşt! Gaybana anderler sizi sıçtınız her tarafa…”. Yabancı gülümsedi “Kusuruma bakmayın, hep geç kalırım ben zaten, affet beni amcacım…”.Kısa olan konuşmadı, gülümsedi sadece, kadir inanır komik adamdı vesselam…
Soluğu kesildi oğlanın anlamıştı her şeyi diyet ödenmişti, mengene yoktu bu sefer ama yine de nefes alamıyordu, tırnaklarını boğazına geçirdi, kazımaya başladı,terle kan birleşti,sırılsıklam oldu gömleği,ah bir gömleği çıkartabilseydi…

...Ayçiçeklerinin arasından sızıyordu güneş ki batmaya meyletmişti, derin bir nefesin ardından ufka baktı adam, upuzun yolu kesti, nasıl bitecek diye düşündü, yorgundu üstelik. Ah bir bitse, angarya gibi geliyordu. 2 yıldır görmemişti ailesini özlemişti aslında ama yol gözünde büyüdükçe büyüyordu. Güneş rahatsız etmiyordu artık, tatlı bir mayhoşluk hakim oldu üzerine, kafasını salladı, irkildi. Araba kullanırken tehlikeli olabilirdi bu rehavet. Yola baktı yılan gibi kıvrılıyordu önünde, annesini düşündü, akabinde ise annesinin küçükken anlattığı yılanların öcü’nü, güldü. Komikti çünkü; kadir inanırın acayip orta Anadolu aksanı takıldı aklına, tekrar güldü, sonra gözleri kapanır gibi oldu, başını salladı, kendine gelmesi gerekiyordu… Annesi kapının eşiğinde durmuş onu çağırıyordu, terlememesini, babasının evde olacağından söz ediyordu. Ne babası diye düşündü, babamlar Aydında değil miydi?.. Uyandı güneş tam da gözlerinin içine işliyordu, sağa bir ağacın altına çekmişti arabayı, ne kadar zamandır uyuduğunu tahmin etmeye çalıştı. Vazgeçti sonra, yarın iş vardı, yetişmesi gerekiyordu… Kontağı çevirdi, bastı gaza, tam yola çıkıyordu ki gelen cep telefonuyla irkildi, nefesi kesildi nedenini anlamaya çalışırken, aniden boğazı kurudu, yutkunamaz oldu, tükürüğünü yuttu. Silkindi gözlerini ovuşturdu. Telefon hala çalıyordu, ekrana baktı kimin aradığını anlamak için telefonu uzaklaştırdı gözlerinden… Arayan köyün muhtarıydı…

Read more...

  © Blogger template Brownium by Ourblogtemplates.com 2009

Back to TOP