Fil Yorgunluğu

iş bu sözleşme ile potansiyelinizin kısıtlı olmasına bakmaksızın yazma,çizme hususundaki ısrarlarınızı görüp, bunu nüktedanlığın sınırlarına vurarak hem acıma hem saygıyla karşılayıp-yedim ama beğenmedim- akabinde gösterrmiş olduğunuz çabalardan ötürü ve/veya ornitorenklerin evcilleştirilmesi hususundaki çabalarınıza istinaden, yetkin bir mühendis olma yolundaki çablarınızı hoşgörüyor ama yazmanın çizmenin size bir arpa boyu kadar yarar sağlamayacağı TC 1545 sayılı kanun hükmünde kararnamesiyle belirlenmiş olup, gereğinin yine şahsın kendi tarafından yapılması uygun görülmüştür.

İmza
Devletlü Padişahım Çok Yaşa Kayı Boyu

Paraf
Bat dünya bat. Şarkısı kaldı yarıda, aklı kaldı karıda. Sebep olanın ocağı batsın.

Fabrika Günlükleri

26 Aralık 2009 Cumartesi

19.12.2009/Cumartesi

First day of diaries,

Fabrika=Koşturma(bıkkınlık)=Maddi çaresizlik{Boğulmak}
Annemi aradım. Hep iyiyim diyor, inanmamı bekliyor. İnanmak istiyorum ama sürekli 2-0 geriden gittiğim hayat bunu imkansız kılıyor. Gitmek-kalmak, sorular(cevaplanamayan). Yaş 26, günlük tutmaya başladım...


26.12.2009/Cumartesi

Günlükten ziyade haftalık,

Analadım ki günlük tutmaya yetecek enerjim yokmuş. Daha da vahimi buna enerjimin olması durumunda dahi aklımdakileri düzenli olarak kağıda dökme fikrini hatırlatacak birileri olmalı çevremde. Dürtmeden iş yapmam ben!
Bolca boş vaktim olmadığı için hafta sonlarını es geçmemeye çalışıyorum. Girizgah; thats all!

Hayatımı benzetmelerle ve kıyaslamalarla geçirmekten çok yoruldum. Kimine göre fazla çalışıp, az kazanmak. Daha çok isteyip, hep daha azına sahip olmak ve türevleri. Ciddi bir problem teşkil ediyor tüm bu hastalıklı düşünceler. Hiçbir şey yetmiyor. Elimi cebime atınca hep bi para destesi bulacağımı umuyorum. Şansıma denk gelen açgözlülük ve maymun iştahım. Kabardıkça kabarıyor namussuz!
İş, güç yoksa kafamı kurcalayan, otobüste veya hareket halinde isem eğer ki uyumuyorsam şayet mutlaka hayatın beni ne kadar yorduğu kurcalar kuş kadar beynimi. Birincil yorma etkeni de özgüven eksikliğidir, nuran utangaçlık diyor, ben ise kapsamı genişletiyorum. Özgüven problemi benimkisi sanırım. Sanmıyorum kesinlikle bu!
Sürekli hata yapmaktan korkar şekilde yaşamaktan cidden yoruldm. Yaptığım işe veya eylemlere, düşündüklerime, söylediklerime, insanlarla olan ilişkilerime güvenemiyorum. Geçmişte neler yaptığımı hatırlayamıyorum kolay kolay. Bu da işimi çok zorlaştırıyor. Daimi bir olağanüstü hal durumu hasıl üzerime. Stres, kalp çarpıntısı atakları, saçlarım dökülüyor...
Saçlarım dökülüyor... Çalışma masam, abimin mezarı misali açık kahve yapraklarla örtülü. Deniz mi süt liman, yapraklar mı hışırtısız? Cevabı bilen de yok!
İmrendiğim insanların çehresine bürünmek istiyorum bazen. Korkuyorum sonra, dünyaya geliş amacımın dışına çıkar mıyım? Zaruri bir durum söz konusu mudur? Çekinik, korkak, insanları incitmemek için debelenen bir insan, ya tamamen değişip, istedikleri uğruna geride bıraktıklarına aldırmadan yaşarsa? Bunun adı bencillik midir? Yoksa benim hayatım bu deyip geçmek zaruri mi?

En son annemi böyle ağlatmamış mıydım?



p.s. Özgüven tabletleri istiyorum, 500mg'lık. Sodyum Valporatı kilo cinsinden tüketen bir insana çok koymaz herhalde.

Read more...

Mean Everything to Nothing

30 Kasım 2009 Pazartesi



Bir bayram sabahını fabrikada heder etmenin keyfiye hepicinizi selamlıyorum yurttaşlar! (kitlelerin beni takip etmesini, hayal kurmayı arzuluyorum)

Hali hazırda bir tanecik stüdyo albümleri olan Manchester Orchestra çıkardığı yeni EP'sinin ardından, yeni albümünü de hazır etmiş. Ayrıntılar bkz. www.themanchesterorchestra.com

İlk albümü düşündüğümüzde çok zartlar bir o kadar da zurtlar diyemicem, albümü dinlemedim. Lakin önümüzdeki dakikalarda az çok bi'şiler karalarım.

İlk albümde adamların mençıstırlı olduklarını düşünüp indie, brit-pop mu yapıyorlar lan acaba diye önyargılarımla savaşırkene-ki önyargıların hayatımdaki yeri bi ayrıdır- albümün bi solukta bittiğini sonradan farkettim. Aç parantez; adamları ilk kez Conan O'brain Show keşfetmiştim. Wolves at night'ı canlı çalmışlardı. Lakin o zamanlar farketmiştim heriflerde bi acaiplik olduğunu ki mükemmel ingilizcem: ) aksanlarının ingiltereye ait olmadıkları yönünde atar yapıyodu bana. Amerikanyalılarmış sonradan şeettim Arçibıl!
Albümü indirdip hazmetme sürecinde, Where have you been?- Tanrıya ciddi bir başkaldırı vardır- ve akabinde I can barely breathe-ümmüğü sıkılası sevgililere hitap edilmiştir sanırım- olmak üzere 2 şarkı ciddi yerler bırakmıştır bünyede. Wolves at night'ı da katalım listeye, bi grubu iyi diye nitelendirmek için daha fazla şarkıya ve/veya dataya ihtiyaç var, i know. Amma velakin where have you been?'in yüzü suyu hürmetine grup saygıyı, sevgiyi, bir avuç dolusu kelebek, 2 cep dolusu tırtılı vs hak ediyor.

Bu da benden size Barryam hediyesi; YEPİSYENİ EP


son dakika notu: Grubu önceden takip edenler için; vokal ya değişmiş ya da gerilemiştir veyahut EP kayıtlarının kötülüğü dolayısıyla dinlediğimden bi cacık anlamamakta, bunun bi getirisi olarak feci hayal kırıklığı yaşamaktayım.

SDN 2: yeni albüm; Mean Everything to Nothing

Read more...

its weird!

23 Kasım 2009 Pazartesi


Hafta bitimiyle beraber, kendimizi atıyoruz ya dışarı? Bardır pavyondur dolaşıyoruz ya bazen. Bir sürü tanışla(tanış?) karşılaşıp, gerek bilerek gerek istemeden muhabbet ediyoruz ya hani. Ben bazen bu muhabbetler sırasında saçmalıyorum. İki satır muhabbetin bile irite ettiği, sevmediğim insanlara hiç tutmayacağım sözler veriyorum-bu noktanın üzerine basıyorum özellikle- tutamayacağım sözler değil, tutmayacağım sözler!

İşin garibi abartılı miktarda alkol de almıyorum. Yalan söylemek sanırım az biraz cezbedici.

Read more...

Türk Standartları IQ'su

16 Kasım 2009 Pazartesi

Mazhar Osman - Deniz Gür production iftiharla sunar!

Türkiye'de yaşamak için yeterli olan IQ standardının tarafımızca belirlenmesi amaçlı bu ütopik ve gayri illegal projede desteklerinizi bekliyoruz.

Her eylemi bir IQ ile belirlersek bakalım Türkiye'de yaşamak için kaç IQ gerekiyor bize?
(Aynı zamanda ortalama bir Türk evladının da IQ değerini bu araştırmada tümevarım yöntemiyle keşfedebilirsiniz.)

IQ'dan sonra Türk insanı EQ değildir ulan! tezinden mütevellit Türk DNA'sını işleyebiliriz. RNA'mız da yok bu arada bizim. DNA yeter çünkü bize.

Let the experiment begin!

1. Ye
2. İç
3. Sıç
4. Yat
5. Seviş
6. Atar yap
7. Dövüş
8. Vallahi benim aklıma gelmişti
9. Şşt. Oğlum kız beni kesiyo lan, şerefsizim kesiyo. bak abine bak nasıl ayarlıyo kızı

10. Atın ölümü arpadan olsun
11. Hieyytt kuzenim evleniyor ulan! DIŞIN!DIŞIN!(pistol sesi)
12. Göğüslerim/bacaklarım/kıçım/başım açılmış ellerimle kapatayım hemen kimse görmesin!
13. Ben sarhoş olmam/değilim çakır keyifim!
14. Araştırma, ilerleyen safhalarda Türkiye'deki herkesin aslında Einstein'dan çok daha zeki olduğunu bize kanıtladı. Çok şey yaparız ama işte istemiyoruz.
15. Bak bak kedinin göte nassı çomak soktum eğeğeğgeğheğeğhe
16. Kadir gecesinde içilir mi lan dinsizler!
17. Benim gözlerimin rengi suya bakınca mavi, gökyüzüne bakınca yeşil, boka bakınca ela oluyor şekerim.
18. Beni ne doktorlar, ne mühendisler, ne maslahat güzarları istedi...( dedicated to nuran) : ))))


Araştırma, ilerleyen safhalarda Türkiye'deki herkesin aslında Einstein'dan çok daha zeki olduğunu bize kanıtladı. Çok şey yaparız ama işte istemiyoruz.
(liste devamlı güncellenecektir)

Read more...

Collage behind my eyes

28 Ekim 2009 Çarşamba


Ceketimi alıp çıktım! Hep bunu yapabilmeyi istedim, belki hiç fırsat olmadı ama ben hep istedim...
Kelimeler hep bi' zor, can sıkıcı gelmiştir yazarken ama hiç bu kadar sinirimi bozmamıştı. Yazamamak, yazmak istemek, becerememek, çabalayamamak.

Mecalim yok!

Zor durumda kalınca, insan konuşmak isteyince ve konuşamayınca ya ağlamalı ya da bunu tolere edecek başka bir yol bulmalı. İçinde dağların birikmesine izin vermemeli.

Dün hayatım için bi' milattı. Bazı şeyler kökünden geri dönmemek üzere değiştirilmeli sanırım.

Ağlamak?

I know there is a way, My future is not set, For the tide has turned But still I never learned to live without regret...

Read more...

Tıkanma

14 Ekim 2009 Çarşamba

Read more...

Chasing Shadows

21 Eylül 2009 Pazartesi

Ólafur Arnalds - 3055 from Erased Tapes on Vimeo.




çok uzun zaman oldu...

Read more...

Pazar Sendromu; But they'd closed all the factories...

6 Eylül 2009 Pazar


http://www.youtube.com/watch?v=VnX7JOzGM8U


Piano Magic-The last engineer

Bulup buluşturun sırayla dinleyin hazmedin-rica söz konusu. Saint Marie, night of the hunter, love&music, incurable, ayrıca disaffected albümünün tamamı.Video Ekle

Read more...

feedback!

15 Ağustos 2009 Cumartesi


Zaruri bir ihtiyaç hissiyatı...


http://osmanmazhar.blogspot.com/2009/05/there-is-still-hope.html

Read more...

Kaffe gözün kör ola!

24 Temmuz 2009 Cuma

ah deniz hep senin yüzünen oluyor bunlar!

yaklaşık 3 saat önce yıllar sonra tekrar aşık oldum,yıllar sonra dediğim 10 ay herhalde. neyse konu bu değil. Asıl önemli nokta kızı tanımıyorum, muhtemelen de tanışamayacağım, bir daha görmek mümkün olmayacak ama ben yinede mutluyum üle.
hayatımda bu kadar güzel saçlara sahip bi insan görmedim. altın rengi upuzun saçları ulan ben burdayım, bana da bakmayanın ağzına tüküreyim, yuh! diyor adeta. Çok ciddiyim, çok ama çok ciddiyim bu kadarr güzel bir renkle ben hayatım boyunca karşılaşmadım. Stardust diye bir film vardı, izleyenleriniz vardır muhtemelen; dünyaya düşen yıldızı canlandıran ablanın neşelendiğinde, keyfi yerine geldiğinde etrafına ışık saçardı. nurla dolardı heryer.aynısını hissettim, nurla doldum, ağlamadım ama bu kadar etkilenmemiştim uzun zamandır.
Ve itiraf ediyorum, ben ki oldum olası nefret etmişimdir mini etekten, el kadar eteğin bir insanda bu kadar estetik durabileceğine ihtimal vermezdim, veremezdim, muhteviyatıma aykırıydı ovlum bi kere. Ama kız sanki, al bok ye. bu kadar da güzelim, gözüne girsin emi, mini etek sevmezmişmiş gibilerinden bişiler fısıldıyordu sankim. ya da benim nargile yüzünden kafa bulmamla alakalı olabilir.
Ve en ama en önemli unsur, lakost mor tişört...o kadar o kadardı ki, harbiden o kadardı. ciddiyim ovlum! artık kimin üstünde lakost tişört görsem aklıma kaffe'deki altın saçlı kız gelecek. ki muhtemelen uzun bir süre de unutamıcam kendisini.
Çok şansızım lan, neden daha makul yerlerde karşılaşmıyorum bu insanlarla? nedir yani 5-10 kişilik arkadaş grubuna korku ve yavru kedi tandanslı bakışlar atıyorum. niye lağn!
3 saat önce öyle bir iç çektim ki muhtemelen teeee istanbuldan duyulmuştur.

deniz hep senin bok yemenle oluyor bunlar. hep sen gaza getiriyosun la insanı. gomünist misin lağn!

not: kaffe ve nargile rutini bundan sonra haftada 3 kez gerçekleştirilecek. höyt!

Read more...

A bid farewell

18 Temmuz 2009 Cumartesi

RJD2-1976, tam olarak anlamasam da şarkının bi' yerlerinde istanbuuull! diyiveriyor amcam! alman altyapılı bi şarkı olması benim istanbul algımın doğruluğunu doğrular(doğruluk doğrulamak?-interesting!) nitelikte.


Bi' tanıdık daha terk-i diyar eyledi, gidiverdi karanlığa. Rüyamda gördüm Ali Amcayı, Altan'ın suretine bürünmüştü ki zayıflamıştı oldukça. Saat 12.00 gibi haberi geldi. Kurtuldu belki, bilinmez ne var karanlığın ötesinde.İstanbula ışınlanmak istedim lakin Mr. Spark'ı eksikti kurgu dünyamızın.Gecikmeli olsa da ulaşabildim 20 yılıma tanıklık etmiş şehre. Sonunda teşekkürlerimi sunma fırsatını elde ettim. Hayatımın önemli figürlerinden olan adamı-kardeşimi yetiştirdikleri için. Kendisi bilmese de hayatıma en az abim kadar yön vermiştir. Teşekkürler Ali Amca dedim, iç sesti konuşan tabi. Altan ise dimdikti yine her zaman ki gibi. Kabul etmese de, çok yorgunum dese de yine aynıydı.




Teşekkürler Ali Amca...

Read more...

Türk Filmi Tandansı

9 Temmuz 2009 Perşembe



Çok içli bi adam oldum la ben bu aralar. Kızıyorum kendime yapma etme oğlum, azcık kalıbının adamı ol diye. Olmuyor! içleniyorum, minör dokunuşlar tarumar ediyor vücud-u beşeri.

ilyas:asyam.. al yazmalım..
asya(iç ses): samet baba demişti.. onu babalığa seçmişti.. sevgi neydi? sevgi iyilikti, dostluktu. sevgi emekti.. (cemşit’e doğru yürümeye başlar)
ilyas:asya!!!

asya, samet ve cemşit’le giderken bir durur, döner. ilyas’a bakar;


asya(iç ses): durursam bir daha kurtulamam..
ilyas(iç ses): ziyanı yok, gülüşü yeter bize..
asya(iç ses): yüreğim kaydıysa günah mı?
ilyas(iç ses): çamura saplansam yardıma gelir misin?
asya(iç ses): elini tuttum.. sıcacıktı.. yüreği elimdeymiş gibi..
ilyas(iç ses): elinden tutuversem benimle gelir mi?
asya(iç ses): seninim işte.. alıp götürsene beni..

not: kopi peyst olabilir, ruhu yeter lan!!!




Ne ağlıcam lan! gözüme sovan kaçtı!!!


http://rs441.rapidshare.com/files/253771755/09-detektivbyran-partyland.mp3

Read more...

5 iyi, 6 eh işte, 7 katiyen olmaz!

5 Temmuz 2009 Pazar


Bone-önlük kombinasyonu ile fabrika buhranları örtüşünce pazar günü çıkıveriyor karşıma. Dün gecenin alkol dozu yüksek gölgesi tin tin peşimde ki artık alışagelmiş bi' durum zayıf bünyem için- öyle ya çürük diyebiliyor, hoşgörü! dolup taşan Yüce Türk Milletimin yine pek bi' yüce Yurttaşları.
Pazar günü ne çalışmak, ne tatil yapmak herhangi bir anlam ifade etmiyor benim için. Pazar'ın tek karşılığı-gün bazında- nefret! Değil dışarı çıkıp gezip, dolaşmak, yeni yerler keşfetmek ya da malak gibi yatmak, nefes almak bile yoruyor beni. Dünyanın 6 günde yaratıldığı inanışına sahip dinlerde bile Tanrı'ya bir gün ihtiyaç molası verilmiştir(Kendi inanışları için nasıl bir kör nokta, ne kadar aşağılayıcı bir inanıştır anlayabilmiş değilim.)Ben niye resetleyemiyorum kendimi. Pazar günleri hiçbirşey yapmasam, dursam bütün gün. Hayır, alternatif bir fikre de sahip değilim ama Pazar günlerinin hiç ama hiç bir manası yok ufacıcık kuş beynim için. Bülent Ortaçgil-Memurun şarkısı, çok ama çok severim ama elimde olsa Pazar gününü şarkıdan çıkarırdım. Çok da güzel olur kanımca.
Bu gerizekalı Pazar bütün olumsuzlukları katalize ediyor. Beyninin en ücra köşelerinde unutulmuş, canını sıkan, saçma sapan herhangi bir düşünce birden peydahlanıveriyor. Sebebi ise cenabet Pazar! Nasıl demeyin? Öyle işte, bir şekilde tüm olumsuz enerjisini aktarıveriyor insana ve küllenmiş düşünceler alevleniyor.
For ex;

Geçmişin gölgelerini eşelemeyi meşgale edinmiş zat-ı muhterem, birgün stop birader! diyiverekten hayatında ak pak bir sayfa açmaya karar verir de, bunun için zamana yayılmış bir periotta eylemlerde bulunurken, bir pazar günü fabrikada kıçı koltuğa yapışmış bir halde birden o kuytu köşedeki düşüncelerden biri bir sivilce gibi pırtlayıverir alnımın ortasında; "Ulan geçmişte bu kadar hata yapmışkken, tekrar hayatına almaya çalıştığın insan, yine kendini senin hayatının odak noktası olarak görüp, ufak dağları kendi yaratmış hissiyatına giriyorsa eğer, artık bir önemi var mıdır o kişinin? Eskiye dönmeye çalışmak doğru mudur? Değilse eğer verilecek karar, kararlaştırılacak eylem nedir? Ne yapmalı bu adam?"

Elbetteki cevabı yok, olmayacakta. Cevaplanmadan eyleme geçilmesi gereken bi' durum! Can sıkıcı, yanlış anlaşılmaya ve yanlış davranışlara müsait.
Özgür olmak başarılı bir hareket olabilirdi şu an için. Bu hususta eylemlerde de bulunuyorum ama kısmi bir başarı söz konusu. Yakın çevrem de farkında bunun ama hissettirmiyorlar kıptiler! İçimdeki gargoyle'ın bi' gün canlanıp alev kusabileceğini biliyorum.

Pazar günlerini silsek ya lugattan!

Read more...

31312564kere sıkroblandın adam!

2 Temmuz 2009 Perşembe


bilmem kaçı gösteren temmuz ayın bilmem kaçıncı günü olan cumadan evvel çarşambadan tembel perşembe gecesi; adamı lastın sıkrobundan soyutluyorum. 6546574654 kere olabilir-sayıların birbirini tutması güel bir kafa ile isimlendirebiliriz. Bülent abiye olan saygım mütedadiyen ivmelenmekte.

şarkılarım senindir
boz burun
memurun şarkısı
sensiz olmaz
pencere önü çiçeği
çığlık çığlığa
küçük şeyler
aşk var
basit
eylül akşamı
yoruldum la!
benimle oynar mısın?
değirmenler
anlamsız
bu iş zor yonca
mavi kuş
olmalı mı olmamalı mı?
kediler
yağmur
çoktular ama hiç yoktular
oyuna devam
şarkılarım senindir
şarkılarım senindir
şarkılarım senindir
şarkılarım senindir
şarkılarım senindir
şarkılarım senindir
şarkılarım senindir

Read more...

The thin line between horniness and dexterity

7 Haziran 2009 Pazar


Brave New World albümünün alamet-i farikalarındandı "the thin line between love and hate".



Thats not the point delikanlı!

Fazla durağan zamanlarda insanın düşünme kategorizasyonu başka yollara meylediyor. Günlük sıkıntıların arasından sıyrılıp "lan aslında böyle böyle bir şey de varmış" sorularına gömülmüş buluyor insan kendini-hastasıyım devrik cümlelerin. Bağlıyorum; yine böyle durağan malak gibi yatılan bir gün kelimin olduğu yerin 5 santimetre üstünde bir ampul belirdi. Bi' bok bulduğumdan değil, yıllar önce cevaplayamadığım bir soru tekrar aklıma geldi.

Parayla seks ve bir gecelik ilişki arasında fark var mıdır?


Bir fahişeyle beraber olmanın verdiği o aşşağılık! his ile bardan hatun kaldırıldığında egonun ibresinin 220ye vurması arasında ne gibi bir fark var? Var mı? Yoksa göz yanılgısı mı? Stick'in ucundaki ipi mi görcez yoksa hassiktir hatun büyücü mü lan dicez? Nedir?

Yok anacım yok, detayları kenara sıyırırsak içi boş, tam takır kuru bakır. Empati de bir yere kadar yavrucum, erkek gözüyle bakmak lazım ki öyle de yapıyorum.
Fahişeyle beraber olan bir erkeğin hissettikleri; kirlenme(mental olan), pişmanlık, özgüven kaybı ve parayı kadına verirken suratına hakim olan "ben ne kadar pislik bi' adam olsam da, fahişelik yaptığın için benden daha kirlisin orospu!" bakışı, bkz. İstabulda travestilerle yatıp kalkan adamların, ertesi gün mahalleyi galeyana getirip travestileri linç etme girişimleri. Biraz yüzeysel oldu ama aşağı yukarı bu paraleldedir herhalde. 3 aşağı 5 yukarı farketmez.
Fahişe? Durum burada biraz farklılaşıyor. ne kadar çaba göstersen de bir fahişenin neler hissederek yaşadığını bilemezsin. Pişmanlık, daimi bir suçluluk duygusu, kendini sürekli eksik hissetmek... Üzerine bir çok şey katılabilir, sayfalarca belkide. Genelevlerin önünde müşteri avına çıkmış kadınların ezan okunduğunda baş örtülerini düzeltip, salavat getirmeleri. Hiç tanık oldunuz mu bilmiyorum ama fazlasıyla acınası bir durum. Kadınların pişmanlıkları o kadar fazla ki belki normal, düzenli bir hayat yaşasalar okunan ezan umurlarında olmayacak. Ama hissettikleri kirliliğin kaçışını Tanrı'ya sığınmada buluyorlar.

Yine dağıldı anlatmak istediklerim ya neyse. Bir gecelik ki van nayt sitend müessesesi deniyor. Kuralllar basit, ne bilim ofsayt diye bir kural yok. Top kimin ayağında, rakip nerden koşmuş vs. kimsenin umrunda değil. Yapılması gerekenler çok kolay. Erkek talep eder, kız bu talebi işve, naz ve bilimum alicengiz oyunlarıyla ya kabul eder ya başka bir talep için rotasını değiştir. Olası kabul durumunda-ki aradaki seks kısmını atlıyorum keza yukarıda bahsetmedim gerçi kısaca geçelim; bir fahişe ile yapılan seksten tek farkı fahişenin tatmin olup olmamasının bir öneminin olmayışıdır. Gerçi karşı tarafı( :) komik oldu lan!) henüz tanımışsan, sevmiyorsan veya geleceğe dair planlarının dahilinde bulunmuyorsa , tatmin için uğraşmazsın, bencilliktir aslolan, bas geç( mecaz var burda artislik yapmayın!") sabah senden önce uyanıp evi terketmişse ego tavan yapmış, başarılı bir gece geçirilmiş demektir. Geçirdiği gece sonunda "hayatımın aşkını! buldum" yanılgısına düşenler de yok değildir ama bu konu mevz-u bahis dışı( bi' garip oldu cümle ya neyse).

Asıl kafamı kurcalayan sorularla burada karşılaşıyorum ve cevabı hala yok?

Bir fahişe ile tek gecelik bir ilişki yaşamış kadın arasında ne fark vardır?

Kerhaneye giden bir adam, bardan hatun kaldırmış( avrat yazıcaktım ya neyse) bir heriften daha acınacak bir halde midir?

Ekmek parası için bu işi yapan insan, sevmeden sevişenden(düzüşen desek daha iyi olur sanırım) daha mı alçaktır?

Ruhunu değil sadece bedenini satan kadın, aslında daha mı dikkate değerdir?

Not: Örnekler kadın üzerinden verilmesinin nedeni para için vücudunu satan dominant cinsiyetle alakalıdır. Hemen işkilenmeyin artistik hareketlere lüzum yok! Profilo ev aletleri var.

Selametle, sağdan gidiniz cüzdan bulunuz...

Read more...

ödev

18 Mayıs 2009 Pazartesi


besliksimit.blogspot.com/2009/04/ipucugg.html

çabuk oku, özetini çıkar. yazılı yapıcam, ağzını burnunu kırarım!

Read more...

Lets talk about us!

16 Mayıs 2009 Cumartesi

Kişi kendine ait olanları kağıda döküyorsa bunun iki nedeni vardır;
1. Yazma, çizme, karalama, yaratıcılık konusunda çok kısırdır. Elinden en fazla bu gelmektedir.
2. Gerçekten kendisini yazmak istiyordur ki bi' ilgi arsızlığı yok değil.

Ben her iki sınıfı da kapsıyorum sanırım. Ama bu sefer 2.si geçerli. İlgi arsızlığı kategorizasyonuna girmeyen cinsten. Neyse, girizgah budur. Detaylı açıklamalar önümüzdeki dakikalarda haber bültenimiz içersinde verilecektir.

İnsanın doğum tarihiyle, hayata karşı duruşu nasıl şekillenir bilmiyorum? Mühendis olmanın getirdiği müspet ilim yolunda ilerlemenin omuzlarımda bıraktığı o hissiyat yüzünden inanasım da gelmiyor ama Rezzan Kiraz ve türevleri benim gibi insanları bi garip tanımlıyor. İkizler diyolar! Takke diyorum, çok terbiyesizsin diyolar. Basıp geçiyorum, yapacak bi' şey yok. Velhasıl-ı kelam bu ikizler hayvanı hayata farklı bakıyor, sürekli canları sıkılıyor, daldan dala atlıyorlar, bir anları bir anını tutmuyor, böyle meymenetsiz, huysuz, bi garip bi cthulu oluveriyorlar. İnsanlarda hemencecik kaçıveriyor. Kaçmayın len! İnsan şaka yapabilen bi' hayvandır.

Ok Dusty! Ben de hem fikirim, melek değilim elbette. Ama iyi bir adam olmak için elimden geleni ardıma koymuyorum( i dont want you on my back, i want you on my front-hey gidi hey meydey, fathimin terimi). Yine dağıldı konu ki yazma konusundaki asıl beceriksizliğim bu sanırım; A'dan başlayıp Z'ye gelmek. Halbüse benim amacım Abdürrezzak yazabilmek. Laurence Sterne yaparken iyi tabi biz yaparken tü kaka. Tabi ya! Tristram, döv lan i.neleri!

Şimdi; hayata olan duruş, bakış açısı vs. Ne bok dersek diyelim? Beni kati olarak bir yere yönlendiriyor. Değişim! Ama aslolan kendisi, ayrı yollara sapmak değil mevz-u bahis, benim hayata tutunabilmemi sağlayabilecek bir göz yanılması. Bunu istiyorum hayattan. Kısa süreli göz yanılgıları, her daim ama. Kısa, periodik, çok sancılı olmayan tutunabileceğim dallar istiyorum. Çoğu zaman buluyorum da. Hayatımın hiçbir döneminde tamamen mutlu olmadım, mutsuz da. Ama istediğim sanırım bu; Spiralin sürekli dönmesi ama ekseninin değişmemesi.

Read more...

There is still hope...

3 Mayıs 2009 Pazar


Sorularla başlayan metinlerin içeriği ile alakalı şüphe duyarım. Şişirme gibi gelir. Çerçevesiz bir yazıya sınırlar çizilmesi hoşuma gitmez. Yönlendirilen, dikte edilen yazılardan korkarım ki çok da haklı olduğumu düşünüyorum; yazarın ne düşündüğünden ziyade benim metinden ne aldığım önemlidir. Çapımın ne olduğunu bilir, ona göre hülyalara dalarım. Fazlasını beklemem, isterim belki ama bu beklentinin içine girmem. Bir arkadaşa bakıp hemen çıkarım. Haddini bilen bi' adamım, yeteneklerinin sınırlı olduğunu, iki s.kindirik cümle karalayınca dostoyevski moduna girmem-hoş ortak yanlarımız çok var ya neyse :) - mütevazilik mayamda var. mütemadiyen fermente ediyor kendini, arada sırada alkol ve gaz çıkartıyor; ego tatmin ediliyor akabinde ise öze dönüş; tevazu, çapsal optimizasyonlar vs vs.

Şu sıralar arayışta olan, ne aradığını bilmeyen, bulduğunda tatmin olacağından şüphe duyan, eksik taşların yerine oturmasını bekleyen ama bu madeni nerde veya nasıl bulacağını bilmeyen insanların-ki O.Atay'ın Tutunamayanlar'ı sırf bu insanlar için yazılmıştır; en azından umudum o yönde- sürekli kendisine yönelttiği ama bir türlü yanıtını alamadığı sorular sürekli gözlüğümün 4-5cm üzerinde uçuşuyor. Arada bakıyorum, takip etmeye çalışıyorum. Pufff! ninca gibi kayboluyorlar ortadan, geride bıraktıkları gri duman da cabası. Dissatisfaction; hangisi olmamakla beraber bi' filmde rastlamıştım bu tabire. Ziyneb insanı "aaa, benim zamazingo la bu demişti."- ziyneb kızımız bu kadar kaba değil elbette, ara sıra basıyor küfürü, hiç eşmeyelim o konuyu. Velhasıl-ı kelam ben diyorum ki acaba bende de bu b.ktan mı var? Yoksa pipirik mi yapıyorum. Cevabını elbetteki bilmiyorum...

Tutunamayan Selim Işık;


Gerçekmişcesine bağlandım adama, aslında hem Turgut Özben'e hem Selim'e. Birbirini tamamlıyorlar gibi geliyor. Gözlem, analiz vb. değil, istek, olmasını arzu ettiğim sanırım bu. Selim ölmeseydi de Turgut'la beraber kaybolsaydı. Basmane Garında mola verseler, telefon çaksalardı akabinde; "Padewan! geldik biz, fazla kent kartın varsa versene be hacı!"


There is still hope...

Ummak, bazen o kadar güç oluyor ki kafa patlatmaktan nefes alamıyorum.
Anyway,there is still hope...

Read more...

Metaforik zorunluluk

11 Nisan 2009 Cumartesi


Metafor: Bir şeyi başka şey ile benzetmeye, kıyaslamaya, anlatmaya yarayan mecazlar.

kaynak:wiki(iki kere miki tilki ...)


Güzel ya da değil, yorucu ya da aksine katalize edici, tesadüfi ya da amor fati'ci günler! nerden başlayacaığını bilmeden, sağım sarmısak solum soğan demeden atıldım yola. Bakamadım arkamda neler var, baksam başıma neler geleceğini biliyordum kuşkusuz ki pembe resmedilecek durumlar söz konusu değil zaten. Hattı zatında pembe çok sikindirik bir renktir. Yürümek açar bünyeyi ya, beyine daha fazla oksijen, algı açılması, alnının ortasında çıkan sivilceyi 3.göz sanmalar vs vs. Ekzektıra diyor ecnebiler. Olsun varsın diyiversinler biz amacımızdan sapmayalım. Doğru yoldan devam-parti sloganı tandansı cümleleri en son "Gözün aydın Türkiye ak güvercin geliyor" zamanında bırakmıştım halbuki. Zihnin açılması ki günlük hayat için söz konusu olduğunda canını sıkar insanın, detaya daha fazla saplanır, karar mekanizmaları yavaşlar, arada kalmışlıklar çok olur ki bu sürecin sonunda da kaçınılmaz bir yanlış karar verme süreci yaşanır. Günlük yaşam söz konusu olunca basit yaşamalı diyor Montaigne. Tüm kalbimle katılıyorum, detayların arasında boğulurken 4 IQ potansiyeli olan insanlar bir yerden yakalıyor hayatı. Yine istemeden saptım asıl anlatmaya çalıştığımdan, aslında tam da budur. Şekil 1a gibi hissediyorum kendimi. 1 ben, a ise göbeğimi temsil ediyor.
Adım Hıdır thats the way i said budur azizim! Bir şeyi anlatırken herşeyi anlatmaya çalışmak. Başaramıyorum, öze inmeyi beceremiyor vücud-u beşer. Herşeyi istiyorum, kağıda, dilime, mimiklerime dökülsün. Anlatayım tüm kafamdakileri, herşeyi sunayım, a'dan z'ye. ne var ne yok anlatayım. O halimi sevsin ya da nefret etsin. Ama anlatabileyim...Anlık, haftalık, aylık belli bir zamana indirgenmesin. "Tamam ben buyum" dediğim zaman karşımdaki sanırım senle yapamayacağız ya da aradığım yaratık sensin be adam diyebilsin. Sabretsin ama sabredebilsin! Hoşgörsün, kafamdakileri, anlatabileceklerimi umut etsin. Ya tutundukları kişiler,kavramlar,alışkanlıklar arzu ettikleri dünyanın bir aldatmacasıysa...
Epeyi yürümüşüm, ayaklarım ağırmadı ama bi' yorgunluk var üzerimde. Sebebi bazılarına çok aşikar geliyor ama hep saklamaya çalışıyorum. Gizliyorum, başka oyuncaklar sunuyorum çevreme. Eğlendiriyorum çoğu zaman, kısmen de olsa sinir ediyorum insanları. Umurumda mı? Elbetteki umrumda, nasıl soyutlayabilir ki insan kendini çevresinden? O kadar tutucu olabileceğimi sanmıyorum.
Gizlediğim yanlışın hemen ensemdeki nefesini hissediyorum. Korkutucu olmaktan ziyade rahatlatıcı ama aynı zamanda irite ediyor, hem amber kokup hem midemi bulandırıyor. Sağ elimi yumruk yapıyorum arada, içinde anahtar varmışcasına. Kutunun anahtarını yamaçtan aşağı atalı çok ama çok uzun zaman oldu. Bir sürü nehirde yıkandım, aklandım, paklandım. Ama o gölge hep arkamda! Uzun bir süre kıçımdan ayrılacağını da sanmıyorum ya neyse. Zamanın belirsizliği ne kadar da yoruyor insanı...

p.s. "İçindekileri anlatamamışsın, bunun cezasını da ss çekmişsin" dedi geçen arkadaş. Alnının çatından öpüyorum.

Read more...

Bahar geldi yazısı...

8 Nisan 2009 Çarşamba


Afedersin bana mı geldi? Her sene gerçekleşen bi' rutin, niye taklacı güvercin moduna giriyoruz ki, anlamadım?



Maaşlar geç yatacakmış! Olsun be hacım Bahar geldi, Obama Başkan Fenerbahze Sampiyon!



Read more...

Üzüm gözlüm Gilbert, Arnie nerde ayıptır sorması?

1 Nisan 2009 Çarşamba


What's eating gilbert grape?(1993)

Önceden yazdım diye hatırlıyorum ama bugün tekrar izledim ve yine hayran oldum film ekibine(makyözünden tut prodüktörüne )

neyse! sittir edip açıp dallıyoruz budağa, çapağa salıyoruz kendimizi. Filmin yönetmeni Lasse Hallström, bunun haricinde herhangi bir filmi yok izlediğim. bu da benim cehaletim, olsun varsın. Vurucu noktaların ilkiyle burda muhattap oluyoruz keza adam iyi bir yönetmen olmasa elindeki genç kadrodan bu kadar şahane bir yapı kuramazdı. Oyuncu kadrosu tanıdık ama henüz toylar. Bu da daha cazip yapıyor olayı.

film sessiz sakin tekdüze bir emerikın kasabasında, zeka geriliği bulunan kardeşi Arnie'ye bakmakla sorumlu Gilbert'ın hikayesi etrafında gelişiyor. Kasabaya gelen güzel karavancı ablanında olaya dahil olmasıyla beraber 1 haftalık bir heyecan silsilesine giriyor Gilbert efendi. Bu çocuğun kimi kimsesi yok mu peki? zavallı Arniecağızın babası intihar etmiş, annesi ise 250 kiloluk bir obez, yani zaten hayatı zor olan insanların, Arnie ile beraber iyice sabır testlerine gark olması. Sabır taşı olsa çatlar yarebbim demesi çerçevesinde gelişiyor.

VE evet asıl nakavta sebebiyet veren bölüm burası legen "veyteminıt" derii, Gilbert rolünde Johnny Depp( tam anlamıyla Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar romanının sonuna yerleştirdiği Tutunamayanlar Ansiklopedisinde yer edecek bir karakterin fazlasıyla üstünden geliyor)

Juliett Lewis(karavan abla, 1 haftalık kaçamağını uzun vadeli düzeyli bir ilişki ile süslemeye çalışan çok ama çok ama çok güzel bir kadın, ama güzelliği şirin mizacının yanında tuzla buz oluyor vs...)

ve efenim, benim bu filmi izleyene kadar kendisinden nefret ettiğim, adını duymaktan hoşlanmadığım nev-i şahsına münasır insan Leonardo DiCaprio(Arnie; henüz 18ine yeni girmeye çalışan ama zeka yaşı 4 ü geçemeyen bir çocuk ki bu düzeyde bir oyunculuk performansı göstermesi afedersiniz beni bir göt etti,anlatamam!, hassiktir diyorsunuz, filmde sürekli arnie'ye odaklanıyorsunuz- belki filmin bütünlüğü açısından zararlı ama adamı izlemek zevk veriyor insana)

oyunculuk açısından kesin bir tatmin söz konusu, üzerinde tartışma göstermeyecek kadar kesin bir seviyeye sahip.
O yıl birkaç dalda oscar, golden globe ve türevlerine aday gösterilmiş film ve kadrosu. Şaşırtıcıdır ki O yıl yardımcı erkek rolüne aday gösterilen leonardo abimiz, The Fugitive(kaçak sanırım) de tommy lee jones'a kaybetmiş(bir başka o daha genç, sonra veririz bi ara oskarı davası. bkz edward norton american history x)

neyse çok dağılmadan toparlamak lazım. Senaryo sahibi abiyi de araştırdım, elle tutulur gözle görülür başka bi cacığı yok. Peter Hedges, kendisini isteyenler takip edebilir. Filmin imdb notu 7.7, çok tatmınkar değil bence. Gerçi çok yüzeysel bir ölçüdür, arap atı kıvamına sokmamak lazım değil mi?

Son not: Eğer bu tavsiyemi dinleyipte izlerseniz, son sahne için dualarınızı bekliyorum.

-Say thank you, Gilbert!Thank you!

Read more...

"Neden ben bu kadar yorgun değilim?!" Fiyodor D.

25 Mart 2009 Çarşamba


Selim Işık, güzel insan, iyi insan ihsan.
Fiyodor yıllar önce yazmıştı yeraltı adamını, kendinden ve herkesten huzursuz adamın hikayesini, baktı aynaya ve yazdı takır tukur . Tanısaydı seni, baksaydı ince uzun parmaklarına, anlasaydı daimi huzursuzluğunu, görebilseydi "bu adam bir fil kadar yorgun yahu" diyebilseydi, hiçbir zaman yeraltı adamı olmayacaktı. Adım gibi eminim Selim Işık kadar yorgun bi bebek doğmamıştır şu s.kindirik dünyada.

Ulan adam! Bre güzel mühendis, sen ne absürd adammışsın yahu...

Read more...

Zaruri zorunluluğun kati'yeti

6 Mart 2009 Cuma

Bazı şeylerden uzak durmalı insan, kendini seviyorsa elbet. Misal?

Misal;eski sevgili, kuru kayısı-su ikilisi, rakı-bira-tekila üçlüsü, ismail yk, yurtseven kardeşler, durağan tematik fransız sineması vs vs.
Ama en önemlisi bence yasaklanmış-kim tarafından diyeceksiniz? yine kuvvetle muhtemel kişinin kendi tarafından yasaklanan, yasaklanması gereken ama bir türlü vicdani zayıflıkların önüne geçilemeyen reröröler-yasaklanması gereken, bunun artık zaruri bir ihtiyaç olduğu su götürmez bir gerçek olup insanın gözüne gözüne sokulduğu şarkılardır bahsettiğim.
Bu gaybana anderler, bilgisayarın artık unutulmuş bilmemne isimli dosyasının bilmem hangi ücra köşesinde bulunuyorsa artık birden gözünüze çarpıveriyor, playlist hazırlarken. yine bu s.çtığımın şarkılarını dinler dinlemez mutsuz oluyorsunuz, emo oluveriyorsunuz. Aniden Ağrı Dağına mistik bir tat katan yolüstü lokantasına gidiyosunuz. Anneniz otlu peynir, babanız suratınızda hissetiğiniz kokulu tokat oluveriyor. Eski sevgiliyi hiç katmıyorum bu b.ktan duruma. İşin içine bulaştı mı o? Bittiniz, s.çış...
Yok ulan! öyle bi' şey. Yat zıbar, yarın işin var gücün var. Ama yok geri dönüş yolları seçim arifesi propaganda mahiyetindeki yol çalışmaları tıkamıştır artık. Nah dönersin eski haline...
Ahanda adım hıdır, thats the way i said budur!


Çok asigin var diyorlar - INCESAZ 2

Read more...

28 Ocak 2009 Çarşamba


Steel, victory, metal, power, bu kelimeleri duyunca aklıma manowar geliyor hemen. 60 yaşına kadar tanga giyip metal yapan amcalar. Koskoca dayıların giydiği tanganın sahip oldukları kudret üzerine olumsuz etkisi sıfır. Yine her konser sonrası dayıların her birinin vücudunda var olan güneş lekelerinin logaritmik artışı ile doğru orantılı sayıda hatunla beraber olma ihtimali var. And Sam Amca call this “power”.

Malum bizim yani benim, senin ya da biz gibilerin bu ve buna benzer güç gösterisi ve görgüsüzlüğü yapma imkânımız pek yok. Yani? Yanisi günlük hayat böyle değil hemşerim. Nasıl peki şansölye? Ahanda böyle ya da şöyle, beriki gibi de olabilir.

Güç Kronolojisine Giriş 1;


Yazlarını Kuran kursunda Kıble’ye ayaklarını uzatmadan, maksimum rahatlığı arayarak buram buram ayak kokan halılara uzanıp, elindeki yeşil Namaz Sureleri kitabını bel altı seviyesinden yukarda tutmak için helak olan çocuk için güç kavramı nedir? Bilincinde midir camide hoca gelmeden çoraplardan yapma topu Yıdvan Yıdvan diye yırtınıp, halıların üstünde fuleli koşular yaparken? Dili dönmezken Arapçanın elif, lam, mim, nun ve türevlerine, mahallenin gırtlağını en iyi kullanan çocuğunun “min şerrin ma helak” diyişine gözlerini pörtletmesi yerel güç aciziyetinin göstergesi midir?
Okulun açılmasına 1 hafta kala Kuran’ın 6.sayfasını gören çocuk elde eder mi gücü avuçlarında? Caka satar mı İbo, Erhan ve diğerlerine? Caka satmak mıdır göstergesi?
Yoksa ilkokul dönüşleri sonrası yatağa uzanıp hayal kurarken Tanrı ile Babasının güreşinin, kavgasının galibinin olmaması mıdır? Baba mıdır güçlü? Tanrı acımış mıdır, bu sefer de peder beyin gönlü olsun mu demiştir? Göz kırpabilir miydi oğlum Tanrı? “Arapça dua eden insanların Latince kemikleri.”


Dördüncü sınıf takdir, teşekkür kıta sahanlığına girildiği zamandır. Oldukça tehlikeli sular bunlar. Ailenin yönlendirmesiyle pastoral bir rüya formatında olabilir. Bazen kâbus olarak şekillendiği de olur tabi. Komşunun teşekkür almış kızına “takdir aldım ki ben” demek gösterge basıncının güç ibresini bize mi meyleder? Atmosfer basıncı da var elbet onu biliyoruz keza alt komşunun çocuğunun karnesinde 4 yok. Burada başka bir tokat şaplıyor çotank diye yanağımda; “Düşmez kalkmaz bir Allah” . Yani neymiş kıssadan hisse; There is a thin line between love and hate. Teşbihin buzlu camının arkasına bakınız, alacağınızı oradan temin edin.

Kronolojik Gidişatın İkincil Seviyesi;


Ortaokul yıllarının kaçınılmaz gerçeği; arkan var mı? Nedir “arkan”? Sınıfın tembel ama yarma zamane kabadayılarına yamanmaktır. Bir nevi hükümetin değişmesine ayak uyduran Mehmet Barlas, Aydın Doğan gibi. Dayak yememenin, hırpalanmamanın çok basit kuralları vardır ki bu lokasyona göre değişir. İzmir’de, İstanbul’da, Kocaeli’nde farklıdır. Nedir İstanbul’ da; yamanmaktır, -mış gibi yapmaktır, o olmasan, onlara benzemesen de benzer gibi davranmaktır. Sigara elinde, zayıflarla alay edip, yere tükürmektir. Saçma olan neyse yapmaktır. Masalara yumruk atmak, gereksiz güç gösterilerinde bulunmaktır. Eğer bunları yaparsan yerel güç sahibi üzerinde bir pay elde edebilirsin ki asıl amaç burada korunmaktır. Basit bir içgüdü sadece, hayvani olanından.
Güç belki anlık adrenalin maksimizasyonunun kulaklarda ve yanaklarda bıraktığı kızarıklıktır. Hasta olduğu kızın tokasını alıp koridorda koştururken, okulun kabadayısına çarpınca serde bulundurduğu erkekliği su yüzüne çıkartıp bir güzel dayak yiyen çocuğun yanaklarındaki kızarıklık güç olabilir mi? Yoksa yediği yumruğun morluğu ilginç bir kolaj mı oluşturmuştur?

Allahın Hakkı Üçtür;


Ergen olmak, ergenken gücü idrak etmek başlı başına bir sorun. Daha doğru dürüst kendi vücuduna alışamadan, ebeveynlerine kafa tutamadan poponu kaldıran vukuatlarla varıyorsun albesine. Ayrıldığın sevgilinin geri dönüş için çabalarının sende bıraktığı hissiyatla tadıyorsun az biraz. Helak olan kızı görünce diyorsun “Breh breh, neymişim ben bre!”. Burnuna testosteron kokusu geliyor. Hâlbuki bilim adamları üç saniyeden sonra burnun aynı koku üzerinde etkisini kaybettiğini dile getiriyor.
Alışmış kudurmuştan beterdir sanırım. Yani ergenken kesinlikle bu şekilde cereyan ediyor. Gücün tadına bakınca arzuluyorsun sürekli. Sınıfın en çalışkanıysan, güce en aç olan da sensin. Sürekli temaşa hayatındaki gibi göze sokma arzusu duyuyorsun.
Farz-ı misal;

—Eee, kızlar artık kopyalaşırız artık, siz verirsiniz biz veririz, yuvarlanıp gideriz”.
—Siz kimsiniz ki ben sizden kopya alacam!

Yukarda yazılan diyalogun sahiplerinden dişi olan taraf kanımca gücü avuçlarında hisseden bir insanın şekle şemale bürünmüş biçimidir.

Uno, dos, tres, Cuattro, cinco, cinco, seis;


Taze üniversiteli gencin Serdaç Ortaç’a burun kıvırıp, ezbere Enter Sandman’i söylemesi de olabilir. Evriminin genel getirisi siyah giyinmek, gözlerini kısıp insanları aşağılayıcı gözle süzmek. Aykırılığın gücün göstergesi olduğuna inanmaktır belki.
Hasta olduğu kızın aynı otobüste olduğunu anlayınca adrenalin patlaması yaşayıp gaza gelmek olabilir. Okul yolunda açılma ve saçmalama ihtimali olmasına rağmen “Merhaba ben Süleyman” diyebilmek büyük ihtimalle. Yanaklarının ve kulaklarının kırmızılığı ve pancara olan benzerliğinin hiç ama hiç önemi yok.
Toksikolojinin batağına düşüp üçüncü kez aldığı dersten 87 ortalama yapmaktır muhtemelen. Sınıftakilerin kuldan bozma, etten kemikten tanrıya bakışlarıdır.

Trabzon burma, beşi bir yerde yakışır oğluma;


İş görüşmesine gelen yeni mezun mühendise “Gel bakalım delikanlı, maaş en fazla 700 veririm.” demektir. Bunları söylerken hopurdatarak çayını yudumlamak da cabasıdır.
İroninin daniskasıdır ki gittiği iki iş görüşmesi de olumlu geçip karar verememektir. Kendine güven uzaktan akrabasıdır sanırım gücün. Uzaktan da değil yakın olanından. Belki babasının amcasının oğlu ya da onun gibi bir şey.
Basketbol takımında çömezlere su getirtmekten başka insan yönetiminden zerre anlamayan gencin, emrine verilen kırk kişiyi yönetme çabasıdır. Kendinden yaşça büyük çalışanlara bilgiçlik taslamaktır. Eğitim semineri verirken ona yönelen seksen adet göze karşı gram terlemeden bu budur, şu şudur diyebilmektir.
Kazan kaldıran, işi bırakan personelini kenara çekip kararlarını tekrar gözden geçirmelerini sağlamaktır. Akabinde günü kurtarmak da ekmek kadayıfının üstündeki kaymaktan ibaret. Popunun kalkmasıdır az buçuk. Yapabiliyorum ulan demektir.


Fin;

İlgilenen erkek adayların askerlikle ilişiğinin bulunmaması zaruridir. Pure one.

Read more...

Beksiteyç!




Etkisiz elemanları çıkarıyorum ki 2 kişiye tekabül etmekte. Geriye kalır 10 tane cevval. 10X2, 20 tane toza çamura bulanmış ayak aynı karede 5 katlı laylon topun peşinden koşturuyor. Pabuçların önü ya yırtık ya da siyah olan renkleri beyaza meyletmiş, fare kemirmiş sanki. Top fizik kurallarının ötesinde kafasına göre takılıyor; emprovize sanatla ilim irfanı harmanlıyor aklınca. Sortilere müdahil olup, uçurtmalara özeniyor bazen. Bu satırları yazanın da ömrü boyunca uçurtma özlemi çekmiş bir adam olması ne kadar gariptir. Bir kere olsun değmedi o ince ip elime. Çingene gibi alacalı bulacalı olsun istedim renkleri ama olmadı. Özür dilerim bunun için ama ziyadesiyle eziğim.
Fark etmiyor, kimin önünde kalsa top aynı sonuç çıkıyor ortaya; al ve git. Baktın olmadı kapattılar önünü vur bütün gücünle. Havalansın belli bir süre balon misali, irtifa stabilizasyonundan sonra sortilerine başlasın mütemadiyen. Nereye düşeceğini tahmin edene %100lük gol pozisyonu. Marangozluk potansiyelin yoksa senindir artık an. Vur pis burunu, kaleci sağa top soldan ağlarla buluşsun. Ağlarla dediğime bakmayın kale dediğin top yerden gitmediği zaman oldum olası gol olup olmadığı anlaşılamayan, anlaşılamadığı gibi zamane polemiklerine açık iki taştan ibaret. Daha diz üstü etek tabirini bilmeden, bel üstü tabirini öğrendik. Normaldi aslında her şeyin bir sırası vardı, diz üstü etek deneyimleri, kaçamak bakışlar orta sonu ancak bulur. “Bel üssü olum bi’ kere, gol deyil” yani bel üssü tabiri çocuk literatüründe ki yeriyle “aut” anlamına geliyor. İdrak etmek zor gelmemişti o zamanlar ama yediremiyor insan kendine ulan alt tarafı 4 parmak üsten gitti bel hizasının, hem kimin beli kriter, ayı boğan Erhan mı yoksa cüce İbo’nun mu? “Bel üssü” tabirini “Adamına sor, adamına sor” kavramı takip etti ve hemen akabinde gelen “Adamın gol diyo adamın gol diyo”
. “Adamın gol diyo” da ki gol diyen hep bendim. Uzlaşmayı hep sevdim ama benim arkadaşlar hiç sevmedi. Yenilince oldum olası paparayı ben yedim ki müeyyidesi belliydi işlediğim kabahatin! -Kabahat miydi ki oğlum uzlaşmacı olmak?- akabinde oynanan mahalle maçında kaleye geçmekten mütevellitti. Zaten boş kaleye gol kaçıran hep ben olmuştum. Allahın sopası modern dünyaya kurban gitmişti sanırım. Şekil değiştirmişti, çocuklar mutlu olsun diye acayip cezalar veriyordu. Topluluk uğruna bireyi hasıraltı ediyordu. Boynumuz kıldan ince ya kabul ettim…
Hep dışardan baktım olan bitene, sadece gol sevinçlerine müdahil olmak yetiyordu. Az da olsa varıyordu çocuk aklım galibiyet hazzına. Az olsun öz olsun, aza kanaat getirmeyen çoğu bulamaz. Bu ve bunun gibi birçok atasözü sayabilirim. Neden? Farkında olmasa da minimalist bir annem var çünkü. İlkokulu 60 yaşında dışardan bitirmiş tipik bir Osmanlı kadını. Ben ve benim gibi 5–10 adamı sol cebinden çıkarabilecek kudrette. O da hep dışardan izledi olup biteni. Tam zamanında müdahil oldu ve çekildi. Dokundu sihirli parmaklarıyla ve çekildi. Yaş oldu 65 hala devam ediyor peri rolüne. Yani? Yani meşhur olmak istemiyordu hiç. Menajerlik daha uygundu ona. Gölgelemedi hiç, çelme de takmadı, yüceltti hep. Kriz zamanlarının aranılan mülki amiriydi. Sahaya indi sildi gözyaşlarını bebelerin, taytay yürüttü yeri geldi, olmadı itti arkasından yeter dedi artık sıkıldım, emekleme vakti değil yürümen koşman gerekiyor dedi. Biz emekledik, taytay yaptık, yürüdük, koştuk ama o hep perdenin arkasındaydı. Başımızı çevirip baktığımız zaman kırışıklarla dolu bir çift gözden başka görünen yoktu ona dair. Sevmedi şöhreti annem hiç. Sevemedi.
Gol kralı değişiyordu mütemadiyen. Her hafta başka bi’ cevval. “Ya sen?” demeyin hiç. Frontman olamadım ben, istedim, hayaller kurdum, futbola ait olmayan hayaller; Süperman oluyordum her gözlerimi kapatışımda. Kartal mezarlığına komşu apartmanın önünden Bağdat caddesine inen yolu düşlüyordum. Yokuşa meylediyordu yol zaman zaman. Topu kaçıyordu çocukların. Genellikle mahallenin ve bizim apartmanın güzel kızları koşuyordu topu yakalamak için. Tam caddeye varacağı sırada tutuyordu kız topu ama vızır vızırdı trafik. Aniden bir As 900 beliriyordu. Olağan haşmetiyle kıza doğru geliyordu. Tam çarpacakken ben çıkıyordum sahneye; Süpermen. Hop alıyordum kızı kucağıma, kurtarıyordum kamyondan. Kamyon da duruyordu belli bir süre sonra, nasıl oluyorsa artık? Tepede olduğum nadir zamanlar bunlardı; birkaç hayalden oluşan sahne önü esas oğlan mizanseni. Mutluydum gerçi. Kaçışın ta kendisiydi hayattan. Daha bacak kadar çocukken başlamıştım kaçmaya ama iyi hissediyorum kendimi, eğlenceli bir işti yaptığım. Büyüdük develerle yarışır oldu boyumuz ama ben hala stabilim, devam ediyorum inatla. Varsın olmasın umurumda değil.
Artık kader mi denir, ironinin sözlük anlamını doğrulayıcı nitelikte bir oyun mu ya da tamamen tesadüf mü bilmem ama ilginçtir sınıf arkadaşım, sıra arkadaşım, ev sahibinin güzel kızı ilk aşkım Pınar da daha on altısını göremeden böyle veda etti hayata. Garip, sürekli bir sınava tabi tutulmak gibi, sabır denemesi gibi, anlayabilmiş değilim.
20 toza toprağa bulanmış ayağı geniş açıdan takip ettim yıllarca. Bazen günü kurtardık akılda kalabilecek plonjonlarla ama yetersizdiler. Ekmeği yiyen hep golcülerdi. Önce garipsiyor insan ama sonra normalmiş gibi geliyor. Adam yetenekli kardeşim çakıyor golleri. Diziyor tespih misali. 33X3, 99…

Read more...

Feridem, kal sen sonra gelirsin…







Güzel kokular geliyor burnuma. Karanlık, göremiyorum. Kırçiçeği gibi çok daha aristokrat, elit bir havası var. Sanki özellikle belli bir zümre için açıyormuşçasına. Başımı döndürüyor, sarhoş gibiyim ama aynı zamanda ayık gibi. Çakırkeyfim diyeceğim, gülecek herkes o olacak. Zifiri karanlık ama korkmuyorum. İlk kez karanlık korkutmuyor beni, şapkam olsa çıkarırdım; melon şapka.
Siyah-beyaz bir melodi geliyor az biraz kulağıma, ağıt gibi ama değil aynı zamanda. Gülümsetiyor, buruk biraz, iç geçirmeye müsait. Anlam veremiyorum. Biraz aydınlandı gibi etrafım. Yine de göremiyorum açık seçik her şeyi. Perde mi indi nedir gözlerime? Zamanıydı zaten, ihtiyarların gözlerine perde inip herkese “Sen mi geldin yavrum?” dedikleri zaman geldi sanırım. Olsun varsın,napalım? Hem yanımda Feride var. O anlatır bana her şeyi. Sahi Feridem nerde? Bak şimdi canım sıkıldı. Niye yalnız bıraktı ki bu ihtiyar beni? Torun tombalak gelince unutuyor bizi. Sanki torunları vardı 60 yıl yanında, peh. Neyse hatırlar herhalde bi’ ara, ihtiyar tabi unutuyor.
Sanırım yavaş yavaş anlıyorum. Şekiller belirginleşiyor, ağırdan satıyorlar ama bana sökmez. Rüya gibi bi’ şey olsa gerek, yavaştan uyanıyorum,yani sanırım.
20 dakikadır aynı yerde yatıyorum. Hiç bana uygun değil. Kurt var benim kıçımda, sağa sola dönmeden duramam. Lakin 20 dakikadır put gibi sabitim. Felç mi indi lan yoksa? Aha tırsmaya başladım.
Terliyorum, yani en azından öyle hissediyorum. Stres altındayım. Felç riski canımı sıkıyor. Tamam biraz! yaşlıyım belki lakin çimler hala yeşil, dayanamam yataklara düşmeye. Ölürüm daha iyi. Feride nerde yahu? Nerdesin be kadın? Ömrümü yedi ander karı? Yok hayatım yok, şaka yaptım, bulamadım seni ondan. İyi de nerdesin be Feridem?
Feride demişken hakkını yemiyeyim hatunun. O olmasa tutunamazdım hayata, esaslı hatundur. Ormanda 10 kaplan gücündedir ki ben bunları aklımdan geçirirken yine bir şeyler yapıyodur benle ilgili psişik karı. Seviyorum ulan seni, Allahsız! Ahhh! N’oluyor? Kim lan o? Birisinin vurup kaçtığına yemin edebilirim. Feride sen misin? Ne dedim ki ben şimdi? Hayır şiddete ne gerek var. Yakışıyor mu koca koca insanlara. Feride vuran sensen eğer kırdın kalbimi. Orda mısın? Feride nerdesin, ağlatıcan kocaman ihtiyarı…
Neyse çıkar bi’ yerden. Bu kadın var ya bu kadın, başka bi kadın ağalar. Farklı yani diğer kadınlar gibi değil. Psişik, ruhani güçleri var.Nasıl mı? Şöyle ki; ben meğersem 20 dakikadır boşuna hareketsiz yatıyomuşum. Niye? Çünkü işkembeden hareket edeyim ben diyince olmuyor bu işler. Hareket için icraat lazım. Feridemin sayesinde istedim ve oynattım parmaklarımı. Çok da kolay oldu. Hıyarlığıma doymayayım. Feride çok seviyorum seni çok.
Hareket edebiliyordum hatta sanki o 100 kilo göbekli adam gitmiş yerine tüy siklet bi’ çocuk gelmiş. Sevdim bu işi. Ortalık iyice aydınlanmıştı artık. Kalkıp iyice bakmak istedim çevremde olan bitene, kalktım… Tahta hacimli bir şeyin üzerinde oturuyordum. Lakin ne olduğu pek ilgimi çekmedi. Müziğin sesi belirgindi artık. Doğru algılamıştım; ikili bir etkisi vardı. Hem melankolik hem de buruk da olsa gülümsetici cinsten, ortaya karışık çoban salatası gibi. Olsa da yesek. Ferideee! Nerdesin? Karnım acıktı. Bulayım bari Feridemi, salata yapsın. Çok ihmal etti beni.
Oturduğum tahtaya abandım, kalktım ayağa… Biraz uzun sürdü bu doğrulma işi. Kalktım, yürüdüm ama değişikti doğrusu. Yere değmiyordu ayaklarım. Rüya görüyordum sanırım hala. İyi de uyanıktım ki ben. Anlam veremiyorum. Garip! Müziğin sesi giderek yaklaşıyordu. Müzik mi bana, ben mi müziğe doğru yaklaşıyorum orasını bilmiyorum lakin hoşuma gidiyordu melodi. Dikkatimi dağıtmamam lazım, Feride belki beni bekliyordur. Hem karnımda acıktı. Havadaydım ama adım atabiliyordum. Altımda taaa aşağıda ufak siyah cisimcikler hareket ediyordu. Uzun bir çizgiyi andırıyorlardı. Sanki beraber hareket ediyorduk. Ben adım atıyordum onlar karşılık veriyordu. Onların adımını benim ki takip ediyordu. Gülümsedim, aklıma ortaokulda okulun bahçesinde ikişer ikişer yürüyen kızlar geldi. Biri sağ adımını atarsa diğeri de aynısını yapmak zorundaydı. Gizli bir armoni söz konusuydu, bilinç altına kazınmış. Sonra kendi halimi hatırladım; Bond çantamı, çizgilere basmamak için helak olan, bunu gören kızların ağzına her daim sakız olmuş ben. Ferideyle tanışmamıştım o sıralar. İyi ki tanışmamışım. Neme lazım ya erken bıksaydım ondan? Napardım onsuz ben? Nerdesin be Feride? Yıllar ne çabuk geçmiş. Ağlamak istedim, nıt(dille üst damağın arasından çıkan ses,bir nevi cık) serde erkeklik var ağlayamam. Orhan Veli geldi birden aklıma, Ezginin Günlüğü, Nazım, Ferideme adadığım şarkılar, seni düşünmek güzel şey Feridem. Salladım elimi, kovdum olmayan sinekleri. Feride böyle görmesin, şımarmasın. Huysuz ihtiyar oyununa devam etmeli. Yoksa nazım geçmiyor kadına. Salata istiyorum Feride. Nerdesin yahu kadın?

Müzik çok daha yaklaştı sanki. Yanımda hatta beynimin içinde çalıyorlarmış gibi. Baktım etrafıma arandım, tarandım. Bulmam lazım, kaldırdım kafamı bir de ne göreyim; benim gibi iki kişi daha var. İki karış yukardan takip ediyorlardı sanki beni. İkisi de birbirine benziyor. Pür-ü pak giyinmiş biri beyazlar içinde, diğeri deniz mavilerine bürünmüş denize vuran güneş misali gözümü alıyor. Kadın çizgileri vardı suratlarında, bu muhteşemlik bir erkeğe nasip olmamalıydı zaten. Sanırım anladım ne olduğunu, gerçekten rüya görüyordum. Melekti ki bunlar. Başka bir yaratık olmalarına imkan yoktu, bu kusursuzluğun örneği olamaz. Çok rüya görürdüm zati, bunlara bir diğeri eklendi sanırım. Maviler içinde ki solunda duran diğerine döndü, gülümsedi- ne güzel herkes mutlu diye geçti kafamdan. Sonra müzik değişti, itiraz edercesine bir hal aldı, sanki başka türlü bir şey olduğunu anlatmak istiyordu. Ayak diriyordu, yanılıyorsun diyordu. Anlam veremedim. Kafam karıştı. Sonra deniz mavisi olana takıldı gözlerim, elleriyle bazı hareketler yapıyordu. İşaret diliydi bu! Konuşamıyordu! Nasıl olur? Bir meleğin kusuru olur mu hiç? Ben bunları düşünürken ağzı kulaklarına vardı, işaret dilini kullanıp inatla bir şeyler anlatmaya çalışıyordu bana. Anlamamakta ki ısrarım ise sürüyordu. İyi de ben bu dilden anlamam ki. Bu sefer ikisi birden gülümsedi. Müziğin şiddeti arttı, ellerin dansı daha ritmik bir şekle büründü. Sanırım anlıyordum; ikisini birbirinden ayırıp anlamaya çalışmak yararsızdı. Bir bütün olarak düşünmem gerekiyordu, e düşündüm bende… Birkaç dakika sürmedi ki her şey yerli yerine oturdu. Anlatmak istediklerini anladım. Kelimeleri peşi sıra dizdiler, paragraflarca konuşmuşlardı. Ama ben özet geçicem: Yolculuktan bahsediyorlardı, çıkılması gereken bir yolculuk. Patika dediler, görülmesi gereken, görmen gereken yerler var dediler. Mutluluk, çok mutlu olacaksın dediler. Ne zaman? diye sordum. Güldüler, çok hem de, ne kadar sürdüğünü bilmiyorum ama ziyadesiyle hoşuma gitti. Ben de eşlik ettim onların kahkahalarına. Gerçi biri sadece gülümseyebiliyordu, kahkaha atma yetisi alınmıştı elinden. Diğeri ise gülünce müziğin şiddeti katlanıyordu, rahatsız etmiyordu. Bilakis katmerli bir hal alıyordu insanı kaplayan mutluluk. Yani kısacası kahkaha atabilen bir tek ben vardım. Ben bunları düşünürken iyice ayyuka çıktı kahkahaları. Sanırım benimle alay ediyorlardı. Olsun varsın, alay etsinler. Ben mutluyum ya gerisi boş. Ah bi’ de Feride yanımda olsa…
Uyandım, gülüyordum. Huyum değildir, uykuda güldüğüme şahit olduğunu sanmıyorum Feridenin. Neyse, rahat uyumuşum demek ki, oh mis. Karnım acıkmış, Ferideme bakındım. Karşımda durmuş bana bakıyordu. Konuşmadık, öylece ben ona baktım, o bana. Dakikalarca bakıştık. Garip bir huzur kapladı içimi, eminim aynı duygular Feridemi de sarmıştır, şükrettim Tanrıya. Sonra ayaklanmaya hazırlandım. Feride seslendi “ Elindeki nedir, bey?” Yumruğumu sıkmışım yatarken ki huyum değildir. Garip bir gece olmuş doğrusu. Açtım, parmaklarım boğum boğum olmuş, kandan kıpkırmızı, patlıyacaklar sanki. Avucumun içindekine baktım, seçemedim önce, çapaklı gözlerim izin vermedi. İyice odakladım gözlerimi,belirdi nesne; sipsi. Parmak kadar sipsi avucumun içinde yatıyordu, terden ıslanmıştı. Güldüm elbette, yolculuk ne zamandı acaba? Feridem gelmesin ama bu sefer. Tamamen yalnız bıraksın beni. Kıyamam ki ben ona..

Read more...

  © Blogger template Brownium by Ourblogtemplates.com 2009

Back to TOP