Fil Yorgunluğu

iş bu sözleşme ile potansiyelinizin kısıtlı olmasına bakmaksızın yazma,çizme hususundaki ısrarlarınızı görüp, bunu nüktedanlığın sınırlarına vurarak hem acıma hem saygıyla karşılayıp-yedim ama beğenmedim- akabinde gösterrmiş olduğunuz çabalardan ötürü ve/veya ornitorenklerin evcilleştirilmesi hususundaki çabalarınıza istinaden, yetkin bir mühendis olma yolundaki çablarınızı hoşgörüyor ama yazmanın çizmenin size bir arpa boyu kadar yarar sağlamayacağı TC 1545 sayılı kanun hükmünde kararnamesiyle belirlenmiş olup, gereğinin yine şahsın kendi tarafından yapılması uygun görülmüştür.

İmza
Devletlü Padişahım Çok Yaşa Kayı Boyu

Paraf
Bat dünya bat. Şarkısı kaldı yarıda, aklı kaldı karıda. Sebep olanın ocağı batsın.

28 Ocak 2009 Çarşamba


Steel, victory, metal, power, bu kelimeleri duyunca aklıma manowar geliyor hemen. 60 yaşına kadar tanga giyip metal yapan amcalar. Koskoca dayıların giydiği tanganın sahip oldukları kudret üzerine olumsuz etkisi sıfır. Yine her konser sonrası dayıların her birinin vücudunda var olan güneş lekelerinin logaritmik artışı ile doğru orantılı sayıda hatunla beraber olma ihtimali var. And Sam Amca call this “power”.

Malum bizim yani benim, senin ya da biz gibilerin bu ve buna benzer güç gösterisi ve görgüsüzlüğü yapma imkânımız pek yok. Yani? Yanisi günlük hayat böyle değil hemşerim. Nasıl peki şansölye? Ahanda böyle ya da şöyle, beriki gibi de olabilir.

Güç Kronolojisine Giriş 1;


Yazlarını Kuran kursunda Kıble’ye ayaklarını uzatmadan, maksimum rahatlığı arayarak buram buram ayak kokan halılara uzanıp, elindeki yeşil Namaz Sureleri kitabını bel altı seviyesinden yukarda tutmak için helak olan çocuk için güç kavramı nedir? Bilincinde midir camide hoca gelmeden çoraplardan yapma topu Yıdvan Yıdvan diye yırtınıp, halıların üstünde fuleli koşular yaparken? Dili dönmezken Arapçanın elif, lam, mim, nun ve türevlerine, mahallenin gırtlağını en iyi kullanan çocuğunun “min şerrin ma helak” diyişine gözlerini pörtletmesi yerel güç aciziyetinin göstergesi midir?
Okulun açılmasına 1 hafta kala Kuran’ın 6.sayfasını gören çocuk elde eder mi gücü avuçlarında? Caka satar mı İbo, Erhan ve diğerlerine? Caka satmak mıdır göstergesi?
Yoksa ilkokul dönüşleri sonrası yatağa uzanıp hayal kurarken Tanrı ile Babasının güreşinin, kavgasının galibinin olmaması mıdır? Baba mıdır güçlü? Tanrı acımış mıdır, bu sefer de peder beyin gönlü olsun mu demiştir? Göz kırpabilir miydi oğlum Tanrı? “Arapça dua eden insanların Latince kemikleri.”


Dördüncü sınıf takdir, teşekkür kıta sahanlığına girildiği zamandır. Oldukça tehlikeli sular bunlar. Ailenin yönlendirmesiyle pastoral bir rüya formatında olabilir. Bazen kâbus olarak şekillendiği de olur tabi. Komşunun teşekkür almış kızına “takdir aldım ki ben” demek gösterge basıncının güç ibresini bize mi meyleder? Atmosfer basıncı da var elbet onu biliyoruz keza alt komşunun çocuğunun karnesinde 4 yok. Burada başka bir tokat şaplıyor çotank diye yanağımda; “Düşmez kalkmaz bir Allah” . Yani neymiş kıssadan hisse; There is a thin line between love and hate. Teşbihin buzlu camının arkasına bakınız, alacağınızı oradan temin edin.

Kronolojik Gidişatın İkincil Seviyesi;


Ortaokul yıllarının kaçınılmaz gerçeği; arkan var mı? Nedir “arkan”? Sınıfın tembel ama yarma zamane kabadayılarına yamanmaktır. Bir nevi hükümetin değişmesine ayak uyduran Mehmet Barlas, Aydın Doğan gibi. Dayak yememenin, hırpalanmamanın çok basit kuralları vardır ki bu lokasyona göre değişir. İzmir’de, İstanbul’da, Kocaeli’nde farklıdır. Nedir İstanbul’ da; yamanmaktır, -mış gibi yapmaktır, o olmasan, onlara benzemesen de benzer gibi davranmaktır. Sigara elinde, zayıflarla alay edip, yere tükürmektir. Saçma olan neyse yapmaktır. Masalara yumruk atmak, gereksiz güç gösterilerinde bulunmaktır. Eğer bunları yaparsan yerel güç sahibi üzerinde bir pay elde edebilirsin ki asıl amaç burada korunmaktır. Basit bir içgüdü sadece, hayvani olanından.
Güç belki anlık adrenalin maksimizasyonunun kulaklarda ve yanaklarda bıraktığı kızarıklıktır. Hasta olduğu kızın tokasını alıp koridorda koştururken, okulun kabadayısına çarpınca serde bulundurduğu erkekliği su yüzüne çıkartıp bir güzel dayak yiyen çocuğun yanaklarındaki kızarıklık güç olabilir mi? Yoksa yediği yumruğun morluğu ilginç bir kolaj mı oluşturmuştur?

Allahın Hakkı Üçtür;


Ergen olmak, ergenken gücü idrak etmek başlı başına bir sorun. Daha doğru dürüst kendi vücuduna alışamadan, ebeveynlerine kafa tutamadan poponu kaldıran vukuatlarla varıyorsun albesine. Ayrıldığın sevgilinin geri dönüş için çabalarının sende bıraktığı hissiyatla tadıyorsun az biraz. Helak olan kızı görünce diyorsun “Breh breh, neymişim ben bre!”. Burnuna testosteron kokusu geliyor. Hâlbuki bilim adamları üç saniyeden sonra burnun aynı koku üzerinde etkisini kaybettiğini dile getiriyor.
Alışmış kudurmuştan beterdir sanırım. Yani ergenken kesinlikle bu şekilde cereyan ediyor. Gücün tadına bakınca arzuluyorsun sürekli. Sınıfın en çalışkanıysan, güce en aç olan da sensin. Sürekli temaşa hayatındaki gibi göze sokma arzusu duyuyorsun.
Farz-ı misal;

—Eee, kızlar artık kopyalaşırız artık, siz verirsiniz biz veririz, yuvarlanıp gideriz”.
—Siz kimsiniz ki ben sizden kopya alacam!

Yukarda yazılan diyalogun sahiplerinden dişi olan taraf kanımca gücü avuçlarında hisseden bir insanın şekle şemale bürünmüş biçimidir.

Uno, dos, tres, Cuattro, cinco, cinco, seis;


Taze üniversiteli gencin Serdaç Ortaç’a burun kıvırıp, ezbere Enter Sandman’i söylemesi de olabilir. Evriminin genel getirisi siyah giyinmek, gözlerini kısıp insanları aşağılayıcı gözle süzmek. Aykırılığın gücün göstergesi olduğuna inanmaktır belki.
Hasta olduğu kızın aynı otobüste olduğunu anlayınca adrenalin patlaması yaşayıp gaza gelmek olabilir. Okul yolunda açılma ve saçmalama ihtimali olmasına rağmen “Merhaba ben Süleyman” diyebilmek büyük ihtimalle. Yanaklarının ve kulaklarının kırmızılığı ve pancara olan benzerliğinin hiç ama hiç önemi yok.
Toksikolojinin batağına düşüp üçüncü kez aldığı dersten 87 ortalama yapmaktır muhtemelen. Sınıftakilerin kuldan bozma, etten kemikten tanrıya bakışlarıdır.

Trabzon burma, beşi bir yerde yakışır oğluma;


İş görüşmesine gelen yeni mezun mühendise “Gel bakalım delikanlı, maaş en fazla 700 veririm.” demektir. Bunları söylerken hopurdatarak çayını yudumlamak da cabasıdır.
İroninin daniskasıdır ki gittiği iki iş görüşmesi de olumlu geçip karar verememektir. Kendine güven uzaktan akrabasıdır sanırım gücün. Uzaktan da değil yakın olanından. Belki babasının amcasının oğlu ya da onun gibi bir şey.
Basketbol takımında çömezlere su getirtmekten başka insan yönetiminden zerre anlamayan gencin, emrine verilen kırk kişiyi yönetme çabasıdır. Kendinden yaşça büyük çalışanlara bilgiçlik taslamaktır. Eğitim semineri verirken ona yönelen seksen adet göze karşı gram terlemeden bu budur, şu şudur diyebilmektir.
Kazan kaldıran, işi bırakan personelini kenara çekip kararlarını tekrar gözden geçirmelerini sağlamaktır. Akabinde günü kurtarmak da ekmek kadayıfının üstündeki kaymaktan ibaret. Popunun kalkmasıdır az buçuk. Yapabiliyorum ulan demektir.


Fin;

İlgilenen erkek adayların askerlikle ilişiğinin bulunmaması zaruridir. Pure one.

Read more...

Beksiteyç!




Etkisiz elemanları çıkarıyorum ki 2 kişiye tekabül etmekte. Geriye kalır 10 tane cevval. 10X2, 20 tane toza çamura bulanmış ayak aynı karede 5 katlı laylon topun peşinden koşturuyor. Pabuçların önü ya yırtık ya da siyah olan renkleri beyaza meyletmiş, fare kemirmiş sanki. Top fizik kurallarının ötesinde kafasına göre takılıyor; emprovize sanatla ilim irfanı harmanlıyor aklınca. Sortilere müdahil olup, uçurtmalara özeniyor bazen. Bu satırları yazanın da ömrü boyunca uçurtma özlemi çekmiş bir adam olması ne kadar gariptir. Bir kere olsun değmedi o ince ip elime. Çingene gibi alacalı bulacalı olsun istedim renkleri ama olmadı. Özür dilerim bunun için ama ziyadesiyle eziğim.
Fark etmiyor, kimin önünde kalsa top aynı sonuç çıkıyor ortaya; al ve git. Baktın olmadı kapattılar önünü vur bütün gücünle. Havalansın belli bir süre balon misali, irtifa stabilizasyonundan sonra sortilerine başlasın mütemadiyen. Nereye düşeceğini tahmin edene %100lük gol pozisyonu. Marangozluk potansiyelin yoksa senindir artık an. Vur pis burunu, kaleci sağa top soldan ağlarla buluşsun. Ağlarla dediğime bakmayın kale dediğin top yerden gitmediği zaman oldum olası gol olup olmadığı anlaşılamayan, anlaşılamadığı gibi zamane polemiklerine açık iki taştan ibaret. Daha diz üstü etek tabirini bilmeden, bel üstü tabirini öğrendik. Normaldi aslında her şeyin bir sırası vardı, diz üstü etek deneyimleri, kaçamak bakışlar orta sonu ancak bulur. “Bel üssü olum bi’ kere, gol deyil” yani bel üssü tabiri çocuk literatüründe ki yeriyle “aut” anlamına geliyor. İdrak etmek zor gelmemişti o zamanlar ama yediremiyor insan kendine ulan alt tarafı 4 parmak üsten gitti bel hizasının, hem kimin beli kriter, ayı boğan Erhan mı yoksa cüce İbo’nun mu? “Bel üssü” tabirini “Adamına sor, adamına sor” kavramı takip etti ve hemen akabinde gelen “Adamın gol diyo adamın gol diyo”
. “Adamın gol diyo” da ki gol diyen hep bendim. Uzlaşmayı hep sevdim ama benim arkadaşlar hiç sevmedi. Yenilince oldum olası paparayı ben yedim ki müeyyidesi belliydi işlediğim kabahatin! -Kabahat miydi ki oğlum uzlaşmacı olmak?- akabinde oynanan mahalle maçında kaleye geçmekten mütevellitti. Zaten boş kaleye gol kaçıran hep ben olmuştum. Allahın sopası modern dünyaya kurban gitmişti sanırım. Şekil değiştirmişti, çocuklar mutlu olsun diye acayip cezalar veriyordu. Topluluk uğruna bireyi hasıraltı ediyordu. Boynumuz kıldan ince ya kabul ettim…
Hep dışardan baktım olan bitene, sadece gol sevinçlerine müdahil olmak yetiyordu. Az da olsa varıyordu çocuk aklım galibiyet hazzına. Az olsun öz olsun, aza kanaat getirmeyen çoğu bulamaz. Bu ve bunun gibi birçok atasözü sayabilirim. Neden? Farkında olmasa da minimalist bir annem var çünkü. İlkokulu 60 yaşında dışardan bitirmiş tipik bir Osmanlı kadını. Ben ve benim gibi 5–10 adamı sol cebinden çıkarabilecek kudrette. O da hep dışardan izledi olup biteni. Tam zamanında müdahil oldu ve çekildi. Dokundu sihirli parmaklarıyla ve çekildi. Yaş oldu 65 hala devam ediyor peri rolüne. Yani? Yani meşhur olmak istemiyordu hiç. Menajerlik daha uygundu ona. Gölgelemedi hiç, çelme de takmadı, yüceltti hep. Kriz zamanlarının aranılan mülki amiriydi. Sahaya indi sildi gözyaşlarını bebelerin, taytay yürüttü yeri geldi, olmadı itti arkasından yeter dedi artık sıkıldım, emekleme vakti değil yürümen koşman gerekiyor dedi. Biz emekledik, taytay yaptık, yürüdük, koştuk ama o hep perdenin arkasındaydı. Başımızı çevirip baktığımız zaman kırışıklarla dolu bir çift gözden başka görünen yoktu ona dair. Sevmedi şöhreti annem hiç. Sevemedi.
Gol kralı değişiyordu mütemadiyen. Her hafta başka bi’ cevval. “Ya sen?” demeyin hiç. Frontman olamadım ben, istedim, hayaller kurdum, futbola ait olmayan hayaller; Süperman oluyordum her gözlerimi kapatışımda. Kartal mezarlığına komşu apartmanın önünden Bağdat caddesine inen yolu düşlüyordum. Yokuşa meylediyordu yol zaman zaman. Topu kaçıyordu çocukların. Genellikle mahallenin ve bizim apartmanın güzel kızları koşuyordu topu yakalamak için. Tam caddeye varacağı sırada tutuyordu kız topu ama vızır vızırdı trafik. Aniden bir As 900 beliriyordu. Olağan haşmetiyle kıza doğru geliyordu. Tam çarpacakken ben çıkıyordum sahneye; Süpermen. Hop alıyordum kızı kucağıma, kurtarıyordum kamyondan. Kamyon da duruyordu belli bir süre sonra, nasıl oluyorsa artık? Tepede olduğum nadir zamanlar bunlardı; birkaç hayalden oluşan sahne önü esas oğlan mizanseni. Mutluydum gerçi. Kaçışın ta kendisiydi hayattan. Daha bacak kadar çocukken başlamıştım kaçmaya ama iyi hissediyorum kendimi, eğlenceli bir işti yaptığım. Büyüdük develerle yarışır oldu boyumuz ama ben hala stabilim, devam ediyorum inatla. Varsın olmasın umurumda değil.
Artık kader mi denir, ironinin sözlük anlamını doğrulayıcı nitelikte bir oyun mu ya da tamamen tesadüf mü bilmem ama ilginçtir sınıf arkadaşım, sıra arkadaşım, ev sahibinin güzel kızı ilk aşkım Pınar da daha on altısını göremeden böyle veda etti hayata. Garip, sürekli bir sınava tabi tutulmak gibi, sabır denemesi gibi, anlayabilmiş değilim.
20 toza toprağa bulanmış ayağı geniş açıdan takip ettim yıllarca. Bazen günü kurtardık akılda kalabilecek plonjonlarla ama yetersizdiler. Ekmeği yiyen hep golcülerdi. Önce garipsiyor insan ama sonra normalmiş gibi geliyor. Adam yetenekli kardeşim çakıyor golleri. Diziyor tespih misali. 33X3, 99…

Read more...

Feridem, kal sen sonra gelirsin…







Güzel kokular geliyor burnuma. Karanlık, göremiyorum. Kırçiçeği gibi çok daha aristokrat, elit bir havası var. Sanki özellikle belli bir zümre için açıyormuşçasına. Başımı döndürüyor, sarhoş gibiyim ama aynı zamanda ayık gibi. Çakırkeyfim diyeceğim, gülecek herkes o olacak. Zifiri karanlık ama korkmuyorum. İlk kez karanlık korkutmuyor beni, şapkam olsa çıkarırdım; melon şapka.
Siyah-beyaz bir melodi geliyor az biraz kulağıma, ağıt gibi ama değil aynı zamanda. Gülümsetiyor, buruk biraz, iç geçirmeye müsait. Anlam veremiyorum. Biraz aydınlandı gibi etrafım. Yine de göremiyorum açık seçik her şeyi. Perde mi indi nedir gözlerime? Zamanıydı zaten, ihtiyarların gözlerine perde inip herkese “Sen mi geldin yavrum?” dedikleri zaman geldi sanırım. Olsun varsın,napalım? Hem yanımda Feride var. O anlatır bana her şeyi. Sahi Feridem nerde? Bak şimdi canım sıkıldı. Niye yalnız bıraktı ki bu ihtiyar beni? Torun tombalak gelince unutuyor bizi. Sanki torunları vardı 60 yıl yanında, peh. Neyse hatırlar herhalde bi’ ara, ihtiyar tabi unutuyor.
Sanırım yavaş yavaş anlıyorum. Şekiller belirginleşiyor, ağırdan satıyorlar ama bana sökmez. Rüya gibi bi’ şey olsa gerek, yavaştan uyanıyorum,yani sanırım.
20 dakikadır aynı yerde yatıyorum. Hiç bana uygun değil. Kurt var benim kıçımda, sağa sola dönmeden duramam. Lakin 20 dakikadır put gibi sabitim. Felç mi indi lan yoksa? Aha tırsmaya başladım.
Terliyorum, yani en azından öyle hissediyorum. Stres altındayım. Felç riski canımı sıkıyor. Tamam biraz! yaşlıyım belki lakin çimler hala yeşil, dayanamam yataklara düşmeye. Ölürüm daha iyi. Feride nerde yahu? Nerdesin be kadın? Ömrümü yedi ander karı? Yok hayatım yok, şaka yaptım, bulamadım seni ondan. İyi de nerdesin be Feridem?
Feride demişken hakkını yemiyeyim hatunun. O olmasa tutunamazdım hayata, esaslı hatundur. Ormanda 10 kaplan gücündedir ki ben bunları aklımdan geçirirken yine bir şeyler yapıyodur benle ilgili psişik karı. Seviyorum ulan seni, Allahsız! Ahhh! N’oluyor? Kim lan o? Birisinin vurup kaçtığına yemin edebilirim. Feride sen misin? Ne dedim ki ben şimdi? Hayır şiddete ne gerek var. Yakışıyor mu koca koca insanlara. Feride vuran sensen eğer kırdın kalbimi. Orda mısın? Feride nerdesin, ağlatıcan kocaman ihtiyarı…
Neyse çıkar bi’ yerden. Bu kadın var ya bu kadın, başka bi kadın ağalar. Farklı yani diğer kadınlar gibi değil. Psişik, ruhani güçleri var.Nasıl mı? Şöyle ki; ben meğersem 20 dakikadır boşuna hareketsiz yatıyomuşum. Niye? Çünkü işkembeden hareket edeyim ben diyince olmuyor bu işler. Hareket için icraat lazım. Feridemin sayesinde istedim ve oynattım parmaklarımı. Çok da kolay oldu. Hıyarlığıma doymayayım. Feride çok seviyorum seni çok.
Hareket edebiliyordum hatta sanki o 100 kilo göbekli adam gitmiş yerine tüy siklet bi’ çocuk gelmiş. Sevdim bu işi. Ortalık iyice aydınlanmıştı artık. Kalkıp iyice bakmak istedim çevremde olan bitene, kalktım… Tahta hacimli bir şeyin üzerinde oturuyordum. Lakin ne olduğu pek ilgimi çekmedi. Müziğin sesi belirgindi artık. Doğru algılamıştım; ikili bir etkisi vardı. Hem melankolik hem de buruk da olsa gülümsetici cinsten, ortaya karışık çoban salatası gibi. Olsa da yesek. Ferideee! Nerdesin? Karnım acıktı. Bulayım bari Feridemi, salata yapsın. Çok ihmal etti beni.
Oturduğum tahtaya abandım, kalktım ayağa… Biraz uzun sürdü bu doğrulma işi. Kalktım, yürüdüm ama değişikti doğrusu. Yere değmiyordu ayaklarım. Rüya görüyordum sanırım hala. İyi de uyanıktım ki ben. Anlam veremiyorum. Garip! Müziğin sesi giderek yaklaşıyordu. Müzik mi bana, ben mi müziğe doğru yaklaşıyorum orasını bilmiyorum lakin hoşuma gidiyordu melodi. Dikkatimi dağıtmamam lazım, Feride belki beni bekliyordur. Hem karnımda acıktı. Havadaydım ama adım atabiliyordum. Altımda taaa aşağıda ufak siyah cisimcikler hareket ediyordu. Uzun bir çizgiyi andırıyorlardı. Sanki beraber hareket ediyorduk. Ben adım atıyordum onlar karşılık veriyordu. Onların adımını benim ki takip ediyordu. Gülümsedim, aklıma ortaokulda okulun bahçesinde ikişer ikişer yürüyen kızlar geldi. Biri sağ adımını atarsa diğeri de aynısını yapmak zorundaydı. Gizli bir armoni söz konusuydu, bilinç altına kazınmış. Sonra kendi halimi hatırladım; Bond çantamı, çizgilere basmamak için helak olan, bunu gören kızların ağzına her daim sakız olmuş ben. Ferideyle tanışmamıştım o sıralar. İyi ki tanışmamışım. Neme lazım ya erken bıksaydım ondan? Napardım onsuz ben? Nerdesin be Feride? Yıllar ne çabuk geçmiş. Ağlamak istedim, nıt(dille üst damağın arasından çıkan ses,bir nevi cık) serde erkeklik var ağlayamam. Orhan Veli geldi birden aklıma, Ezginin Günlüğü, Nazım, Ferideme adadığım şarkılar, seni düşünmek güzel şey Feridem. Salladım elimi, kovdum olmayan sinekleri. Feride böyle görmesin, şımarmasın. Huysuz ihtiyar oyununa devam etmeli. Yoksa nazım geçmiyor kadına. Salata istiyorum Feride. Nerdesin yahu kadın?

Müzik çok daha yaklaştı sanki. Yanımda hatta beynimin içinde çalıyorlarmış gibi. Baktım etrafıma arandım, tarandım. Bulmam lazım, kaldırdım kafamı bir de ne göreyim; benim gibi iki kişi daha var. İki karış yukardan takip ediyorlardı sanki beni. İkisi de birbirine benziyor. Pür-ü pak giyinmiş biri beyazlar içinde, diğeri deniz mavilerine bürünmüş denize vuran güneş misali gözümü alıyor. Kadın çizgileri vardı suratlarında, bu muhteşemlik bir erkeğe nasip olmamalıydı zaten. Sanırım anladım ne olduğunu, gerçekten rüya görüyordum. Melekti ki bunlar. Başka bir yaratık olmalarına imkan yoktu, bu kusursuzluğun örneği olamaz. Çok rüya görürdüm zati, bunlara bir diğeri eklendi sanırım. Maviler içinde ki solunda duran diğerine döndü, gülümsedi- ne güzel herkes mutlu diye geçti kafamdan. Sonra müzik değişti, itiraz edercesine bir hal aldı, sanki başka türlü bir şey olduğunu anlatmak istiyordu. Ayak diriyordu, yanılıyorsun diyordu. Anlam veremedim. Kafam karıştı. Sonra deniz mavisi olana takıldı gözlerim, elleriyle bazı hareketler yapıyordu. İşaret diliydi bu! Konuşamıyordu! Nasıl olur? Bir meleğin kusuru olur mu hiç? Ben bunları düşünürken ağzı kulaklarına vardı, işaret dilini kullanıp inatla bir şeyler anlatmaya çalışıyordu bana. Anlamamakta ki ısrarım ise sürüyordu. İyi de ben bu dilden anlamam ki. Bu sefer ikisi birden gülümsedi. Müziğin şiddeti arttı, ellerin dansı daha ritmik bir şekle büründü. Sanırım anlıyordum; ikisini birbirinden ayırıp anlamaya çalışmak yararsızdı. Bir bütün olarak düşünmem gerekiyordu, e düşündüm bende… Birkaç dakika sürmedi ki her şey yerli yerine oturdu. Anlatmak istediklerini anladım. Kelimeleri peşi sıra dizdiler, paragraflarca konuşmuşlardı. Ama ben özet geçicem: Yolculuktan bahsediyorlardı, çıkılması gereken bir yolculuk. Patika dediler, görülmesi gereken, görmen gereken yerler var dediler. Mutluluk, çok mutlu olacaksın dediler. Ne zaman? diye sordum. Güldüler, çok hem de, ne kadar sürdüğünü bilmiyorum ama ziyadesiyle hoşuma gitti. Ben de eşlik ettim onların kahkahalarına. Gerçi biri sadece gülümseyebiliyordu, kahkaha atma yetisi alınmıştı elinden. Diğeri ise gülünce müziğin şiddeti katlanıyordu, rahatsız etmiyordu. Bilakis katmerli bir hal alıyordu insanı kaplayan mutluluk. Yani kısacası kahkaha atabilen bir tek ben vardım. Ben bunları düşünürken iyice ayyuka çıktı kahkahaları. Sanırım benimle alay ediyorlardı. Olsun varsın, alay etsinler. Ben mutluyum ya gerisi boş. Ah bi’ de Feride yanımda olsa…
Uyandım, gülüyordum. Huyum değildir, uykuda güldüğüme şahit olduğunu sanmıyorum Feridenin. Neyse, rahat uyumuşum demek ki, oh mis. Karnım acıkmış, Ferideme bakındım. Karşımda durmuş bana bakıyordu. Konuşmadık, öylece ben ona baktım, o bana. Dakikalarca bakıştık. Garip bir huzur kapladı içimi, eminim aynı duygular Feridemi de sarmıştır, şükrettim Tanrıya. Sonra ayaklanmaya hazırlandım. Feride seslendi “ Elindeki nedir, bey?” Yumruğumu sıkmışım yatarken ki huyum değildir. Garip bir gece olmuş doğrusu. Açtım, parmaklarım boğum boğum olmuş, kandan kıpkırmızı, patlıyacaklar sanki. Avucumun içindekine baktım, seçemedim önce, çapaklı gözlerim izin vermedi. İyice odakladım gözlerimi,belirdi nesne; sipsi. Parmak kadar sipsi avucumun içinde yatıyordu, terden ıslanmıştı. Güldüm elbette, yolculuk ne zamandı acaba? Feridem gelmesin ama bu sefer. Tamamen yalnız bıraksın beni. Kıyamam ki ben ona..

Read more...

  © Blogger template Brownium by Ourblogtemplates.com 2009

Back to TOP