Fil Yorgunluğu

iş bu sözleşme ile potansiyelinizin kısıtlı olmasına bakmaksızın yazma,çizme hususundaki ısrarlarınızı görüp, bunu nüktedanlığın sınırlarına vurarak hem acıma hem saygıyla karşılayıp-yedim ama beğenmedim- akabinde gösterrmiş olduğunuz çabalardan ötürü ve/veya ornitorenklerin evcilleştirilmesi hususundaki çabalarınıza istinaden, yetkin bir mühendis olma yolundaki çablarınızı hoşgörüyor ama yazmanın çizmenin size bir arpa boyu kadar yarar sağlamayacağı TC 1545 sayılı kanun hükmünde kararnamesiyle belirlenmiş olup, gereğinin yine şahsın kendi tarafından yapılması uygun görülmüştür.

İmza
Devletlü Padişahım Çok Yaşa Kayı Boyu

Paraf
Bat dünya bat. Şarkısı kaldı yarıda, aklı kaldı karıda. Sebep olanın ocağı batsın.

I wish this would be your colour!

26 Kasım 2011 Cumartesi

Kırmızı bir rujla bir sustalı arasında hiç bir fark yoktur bazen. İkisi de deşer, parça parça eder er kişiyi.


Biri damarlarını kurutur, boşaltır tüm kanını, elin ayağın güçten kesilir, bayılırsın. Sonrası önemli değil zaten.

Diğeri ise daha insancıldır güya! Önce gözünü boyar, halbuki boyaması gereken yer dudaklarındır. -İroni Tanrısı kimdi? Pan'a yakın ama dramaya daha yatkın! Epic!-
Sonra kıp kırmızı bakarsın her şeye. Damarlarında kan değil tutku dolaşır. Kızıl nehirler dedikleri de aslında budur! Kim demiş insan vücudunun %60'ı sudur diye? Tutkudur aslında! Kıp kızıl tutku! İliğin kemiğin tüm organların aldığın nefes bile kızıldır artık! Ve sen hep içten içe kanarsın!


Ah be Ayşe! Keşke senin rengin olabilsem. Kızılım ben kaynıyor vücudum tutkuyla. Ama sen! Soğukkanlı kiralık katiller nasılsa öylesin! Çoğu ya Gri'dir ya da Siyah! Olmasan ya siyah! Olma siyah!





Read more...

İhsan bir iyi insan, mazhar olan yerle yeksan!

30 Ekim 2011 Pazar

...Selam Ayşe! Nasılsın? Beni sorma. Keza çok majör bi değişiklik yok hayatımda. Geçmişe ait ne kadar temcit pilavı varsa şapır şupur yarabbi şükür diyerek hepsini tüketiyorum. En azından tüketmeye çalışıyorum. Ama bitmiyorlar Ayşe! Bitmiyorlar! Bakma sen tüketiyorum dediğime. Aslında onlar beni tüketiyor. Acımaları da yok hem. Pirinç taneleri ağzımdan, burnumdan, kulaklarımdan girip kuşatıyorlar bedenimi, ah Ayşe! Kalbime giriyorlar. Hepsi kuru, kupkuru! Kalbime girip tüm kanı emiyorlar. Hapsediyorlar içine. Kiracı gibi değil hem de. Sahipleniyorlar. Mıh çakıp parazit gibi emiyorlar. İliğim kemiğim kurudu. Gözümde fer, ciğerlerimde nefes kalmadı. Kalbim dedim ya, aslında ciğerim paralanıyor. Pirinç tanelerinin tamamı ciğerimde. Öyle dolu ki ciğerlerim öksüremiyorum. Öksürünce ağzımdan kıp kırmızı kuşlar dökülüyor. Sanki kozalarından çıkmışcasına yırtıp atıyorlar pirinç kabuklarını. Kızamıyorum da. Bilirsin ne kadar severim kuşları! Ne de güzeldirler! Hele bi' de kırmızıysalar. Kırmızı olsunlar Ayşe. N'olur kırmızı olsunlar! O zaman iyi hissediyorum kendimi. İşe yarıyormuş gibi. Kozalarını ihtiva eden ciğerlerim tükenmiyor da onlara can veriyor gibi hissediyorum. Benim parçammışlar sanki. Baba olamadım ama anne gibi hissettim az biraz Ayşe. Garip değil mi bu biraz? Neyse aslında bir soru değildi bu. Öyle işte sesli düşünüyorum. Neyse ne diyordum?! Kuşlar ve Kırmızılar! Ne de güzeller! Kim bilir benim tükenişim onların kurtuluşu olur. Kurtuluş değil de ne bileyim? Ön ayak olurum onlara. Üzerimdeki kir pas, ciğerlerimdeki kurşuni küf gider belki. Dedim ya bi' işe yararsa tükenişimi kabullenebilirim. Olur yani çok takmam kafaya. Er ya da geç olacaktı biraz erken oldu derim olur biter. Ah Ayşe! ne de güzeller kırmızılar içersinde. Kendilerini de biliyorlar hani . Köftehorlar ben burdayım der gibi salınıyorlar etrafta...


Yeni,yine,yeniden suskunsunuz Ayşe! Hep kendi kendime konuşuyorum. Deli miyim ben? En azından kafa sallayın, tepki verin bi' şekilde n'olur? Yanlışınız var deyiverin. Ama demessiniz biliyorum. Yanlışım yok! Bütün olmuş olanlar ve olacaklar üstüne hep bir öngörüm vardır. Genellikle haklı çıkarım da hani. Bunla övünmek; acıyorum kendime...

Oğlum iyi bir insan ol dediğinde annem. Peki demiştim, olur anne. Hep iyi olurum ki ben. Yeter ki sen iste. Oldum da! İyi insan ihsan oldum. Takıldım insanların peşine. Gölgelerinde gezindim hepsinin. Kaçtım köşelere, kuytularda dolandım. Ama sonra sıkıldım, sıkılmadım da istediklerim olmadı. Benim düşlediğim gibi olamadı. İyi insanların istedikleri olmazmış diye düşündüm. Bi' silkelen dedim mahlukat-ı beşer. Bi' kendine gel. Sonra hem iyi insan ihsan olup hem istediklerimi nasıl elde ederimi düşündüm. Gayette başarabilirdim bunu. Koskoca Ali Bey! İyi İnsan İhsan olmuş ben, nasıl olur da bu zamana kadar istediklerimi alamazdım hayattan. Devrik cümlelerimi düzeltmem gerekiyor dedim ve çıktım yola. Epeyi bi' yol gittim, ben gittim yol gitti. Yol gitti ben dere tepe düz de gittim gün geldi dağlara da tırmandım. Sonra elbette ki sıkıldım yine. Yürümekten sıkıldım. Sonra muhakeme aşaması vardı tabi ki. Dönüp arkama bakmam lazımdı. İyi insan İhsan, Ali Bey neler yapmıştı, istediklerini alabilmiş miydi? Döndüm!.. Döndüm ve gafletimi gördüm. İstediklerimin hepsi benimleydi, herkes, her şey! eskiden düşleyip sahip olamadığım her şey. Benim yanımda dizimin dibindelerdi. Dünyanın en mutlusu bendim...

Ta ki ellerine bakana kadar. Elleri dikenlerle kaplıydı, kan ağlıyorlardı, elleri evet Ayşe elleri kan ağlıyordu. Oluk oluk kanlar ayaklarımın dibinde ufak bir gölet oluşturmuştu. Ayaklarımı göremiyorumdum. İnsanların kanları ellerim değil ayaklarımdaydı. Daha neyin hesabını yapacaktım? Bir insan daha ne kadar kötü olabilir. Ne kadar can yakabilirdi? Yüzlerine bile bakamadım Ayşe. Bakamadım! Çıkardım ayakkabılarımı, önümde uzanan yola doğru fırlattım. Sırtımı döndüm ve yürüdüğüm onca yolu geri dönmeye karar verdim. Benim tekkem arkama bakmadan yürüdüğüm yoldu. Ve çilemi orda çekecektim; yalın ayak. Ve döndüm, her adımda bir pirinç tanesi attım ağzıma. Yolda durmadım, hep yürüdüm. Yürüdüm ve çilemi doldurdum. Doldurmaya çalıştım. Sonra başladığım yere geri döndüm. Bu sefer geri dönüp bakmadım. Bakmadım kanayan ellere, sesleri duymazlıktan geldim. Keza gelen sesler de benimdi, kanayan eller ayaklar da. Yani senin anlayacağın ben seçtim bu yolu! İşlediğim günahların kefaretini çektim, çekiyorum, çekeceğim de. Temcit pilavı da yenecek, çile hırkasını da giyeceğim. Göze aldım Ayşe! Göze aldım her şeyi! Yanıma gelen İyi insan İhsanların gözünün içine bakıyorum. Bana baksınlar, yüz çevirmesinler, aralarına dahil etsinler beni diye. Kimsenin beni gördüğü yok. Ben bakıyorum onlara, ben eriyorum, görsünler istiyorum kızıl kıpkızıl kuşlarımı, nasıl da güzel uçuyorlar, farkına varsınlar istiyorum, ben bitiyorum aşkla onlar için Ayşe! Onlar görmüyorlar bile beni. Gezgin bi' hayaletim silüetini arayan. Bi' tek sen varsın Ayşe. Sen varsın ve yoksun. Neden hem var hem yoksun Ayşe. Hep olsan ya!...

Özür dilerim Ayşe. Şikayet etmiyorum halimden. Bi' anlık boşluğuma geldi sadece. Bunlar benim günahlarım. Ceremesini de ben çekeceğim.

N'olurdu bi' kelam etsen be Ayşe!

mim

Read more...

Şarap ağlıyorduk

15 Ekim 2011 Cumartesi

İçten içe çatırdıyorum. Öyle ki çatırdama seslerinden kuşları duymaz oldum. Sanırım onlar da rahatsız seslerden. Artık evlerinin rahatlığı yok kollarımda. Renkleri soluyor, giderek grileşiyorlar. Halbuki ben gençken ne güzeldi her şey. Kırmızı kırmızı parlardı her biri güneşin altında. Kaçışları da olurdu ama asıl beni görmeye gelirlerdi. Elleri de boş olmazdı hem. Derdimi, tasamı kusacağım tüm kutuları taşırlardı. Onlar boş getirirdi ben şarapla doldururdum. Şarabı çok sevdiğimden değil, buralar eskiden üzüm bağıymış ona istinaden ne zaman üzülsem, ağlasam şarap akar damarlarımdan. Tüm vücudumu dolaşır, gözlerimden boşalır. Kuşlar da kıyamaz bana, doldururlar kutuları ve giderler. Başka birinin derdine derman olmak için. Şarapla yıkar, şaraba boyarlar her şeyi. Şehir kan değil şarap ağlar. Evler, ağaçlar, insanlar ve hatta hayvanlar kırmızı değil bordoya boyanır. Şehir bordoya büründükçe kuşlar kan kırmızı olur. Ağlayan, zırlayan, acı çekenler kuşlara tapar; Kırmızı, kızıl, kan kızılı kuşlara. Çok tanrılı, tek temalı din! Acıyın, kanayın, siz kanadıkça başkaları susayacak . Ademoğluna susamayı biz öğrettik, her canlı eninde sonunda susayacak ve kanı tadacaktır. Orni. Kaide 35/14


Eskidendi bunların hepsi. Eskidendi tanrıların hükmü. Şimdi kendi kıçını kurtarmaya çalışıyor dünya. Kuşları tanımıyor, onları görmezden geliyor. Bunu anlayan kuşlar ise soluyor. Onlar soldukça ben kuruyorum. Onlar solarsa ben de kururum ki! Göbeğimiz beraber kesilmedi ama onlarsız uçamam. Köklerim o kadar derin ki nefes alamam. Gerçi artık gelmiyorlar. Yani nefes alamıyorum. Ulaşamıyorum güneşe. E böyle olunca kurumam normal değil mi? Uzaktan görebiliyorum. Hepsi kızıl kızıl ağlıyor. Yere düşen her gözyaşı çoraklaştırıyor toprağı. Toprak yoksa ben de yokum!


İnsanlar eskiden şaraplarla birbirine yardım ederken şimdi kendi kanlarında boğuluyorlar. Boğuldukça aynı yalan söyleniyor. Ama kimse yalanı dillendiremiyor. İnsanlar hatta hayvanlar bile yalan söylüyor artık. Ben bu mahallenin çomarıyım diyen köpeğe bile inanmayacaksın bu devirde. Çağ o kadar hızlıymış ki insanların birbirini görmezden gelmesi normalmiş. Bunu gören hayvanlar da bağımsızlıklarını ilan etmişler. Artık istedikleri kadar yalan söyleyebilirlermiş. İstedikleri neyse onu yapma özgürlükleri varmış. İster adam ister hayvan öldürür, hırsızlık yapar, hatta kinayeli laf bile sokabilir, yarım ağız gülebilirlermiş. Hepsi buymuş, artık özgürmüşler. İnsanların pek umursayacağını zannetmiyorum. Hem çok da umurumda değil…

Read more...

Fabrika günlükleri vol ℮*п⅞+389765

9 Ekim 2011 Pazar

.…aslına bakarsanız Ayşe, tüm o sizin var olmadığınız zamanlarda ben de kendimi nadasa aldım. Ben de yokmuşum sanki, evet evet yokmuş gibi yaptım. Olmadım, söndüm, soluklaştım. Kovuk mu dersin kutu mu dersin artık ana rahmi mi bilmem, oraya döndüm! Madem Ayşe Hanım yok hayatımda ben de gideyim dedim. Gittim de! Ha iyi mi yaptım? O kısım biraz sürüncemede, tartışılır yani senin anlayacağın. Tartışmalıyız yani bence de? Tartışmamız gerektiğini yay gibi kalem gibi kaşınızın yukarı meyletmesinden anladım. Artık mazur görün, hayatımda ki tek kadın sizsiniz en nihayetinde. Her ne kadar aseksüel bir ilişkimiz olsa da, hormon bu, kolay dizginlenemiyor. Ne diyordum!!! Koskoca insanız değil mi en nihayetinde? Saç saça baş başa kavga edecek halimiz yok! Konuya dönelim-hiç uyarmıyorsunuz Ali Bey dallanıp budaklandınız unuttunuz yine beni diye- Siz yokken bi' farklı göründü dünya dediğim gibi. Hem ben soldum, hem dünya silikleşti. Çift taraflı oldu aslına bakarsanız, ben ondan adım bekledim, o benden. Baktım kimsenin adım atacağı yok, dedim ben geldiğim yere döneyim. Zaten o arada da dünya tamamen gözden kayboldu. Hani sis, pus da değil. Bildiğin boşluk vardı. Önce sorgulamadım. En nihayetinde nadasa almıştım kendimi, dünyayı sorgulayacak halim yoktu. Hem ben kimim ki? Nice feylesoflar denemeye çalıştı da beceremedi. Ama sonra boş durmaktan sıkıldım. Durmak çok sıkıcı Ayşe. Hele bir de günlerce hiç bir şey yapmadan durmak. Canım sıkılmasın diye ilacımın ismini tekrar ettim hep. 2887500e gelince ondan da sıkıldım. Zaten çok da anlamsızdı. Boşlukta insanın ilaca ihtiyacı yok ki. Sağa dön sola dön her şey aynı. Karanlık desen karanlık değil, isli puslu, aydınlık hiç değil. Çok sıkıldım, öyle böyle değil Ayşe! Sonra geriye döndüm doğduğum yıla, sene 19XX. Abim ölmeden 3 ay öncesine. Yeşil insanların arasında doğmuşum ben. Hepsi yemyeşilmiş, bildiğin yeşil yani. Köydeki herkes yeşilmiş. Zorlasan Yeni Türkü esprisi bile yaparsın da gerek yok. Hastanedekiler ise beyazmış, beyaz gelir geçer, yeşil kalır derler bizim orada. Yeşil sonra kahverengi olur, bağlanır toprağa. Dünyaya mıh çakmış gibi kilometrelerce derine iner yeşil insanların kökleri. Yeşilin kırmızıya dönmesi gerekir ki o topraktan kopabilesin. Kopup şehirleri eskitebilsin. Şehirler eskir sen küçülürsün, yaşın ilerler ruhun küçülür. Ters orantı bi' nevi! Misal; 16 yaşındaki abimin her iş çıkışı, oturduğumuz apartmanın önüne gelip pencereden anneme el sallayışını görebilmek için mahallenin genç kızları pencerelere çıkarmış, ablam anlatır. Sonra başlar salya sümük ağlamaya, annem der abinin ölümünden sonra 2 yıl o pencereye çıktı. 2 yıl boyunca oğlunu bekledi. Sen büyüdün, annem küçüldü, sen büyüdün, abin unutuldu. Bir gram ağlamadı, unutmadı da aynı zamanda. Hep biz ağladık, o hiç ağlamadı. Neyin diyeti diye belki sorgulamıştır; Tanrı ona seni verdi, abini aldı. Hep kaderciydik ki biz...

Ali Bey? Koptunuz yine uzaklaştınız konudan. Aa! pardon Ayşe! Tepki vermeniz gayet hoş keza kendimi deli zannetmeye başlamıştım. Tek başına konuşmak çok sıkıcı-ki boşluktayken ben bunu da yaptım, başka bi' zaman anlatırım. Ali Bey ben zaten yokum! Yani somut bir şey yok ortada, sadece sohbet ediyoruz. Yokum gibi, varım gibi de. Sakın ben gittikten sonraki tercihiniz beni hayatınızdaki konumlandıramayışınızla alakalı olmasın. "Konumlandıramayışınız" diyerek beni o kadar yordunuz ki sizin hayatımda olmamanız gibi bir durum mevz-u bahis olamaz. "Konumlandıramayışınız" dediniz bak aklıma ne geldi. Mayış vardı eskiden, maaş almazdık mayış alırdık. Güzeldi o zamanlar. Mayış aldığımız zamanlar. Mayış demişken, ben küçükken domatese Mayış dermişim. Rahmetli Cemil amcam anlatır. Annemin ördüğü pembe şort ve kazakla ortalık dolaşırken ve elbette mayış yerken suları ağzımdan göbeğime damlarmış. Mahallenin genç kızlarının biricik sevgilisiymişim. Yani abimden sonra. Tabi o zamanlar bunun pek bi' ekmeğini yiyemedik. Çok pardon kabalaştım mı ben biraz sanki? Biraz öyle oldu Ali Bey! Çok özür dilerim Ayşe! Özünde naif, nazik, edep erkan bilen bi adamımdır. N'olduysa artık boşluktan çıktıktan sonra bi' cürretkarlaştım. Tekrar özür dilerim. Olur öyle Ali Bey. Lütfen devam edin. Ne diyordum. Mayış işte domates hayatımda önemli bi' yer oluşturur. Bu kadar çok anlatacak bi' şey yok domatesle ilgili. Ama konumlandırma meselesine gelirsek, siz hep vardınız-bi kayboldunuz, onu saymıyorum- yani malum. Sizi ben yarattım, büyüttüm, besledim, allayıp, pulladım ve karşıma çıkardım. Size ben hayran oldum, size ben üzüldüm. Hep ben vardı sizle ilgili. Tanrı siz, insan bendim. Ki insanım hatırı sayılır bi' süredir. Adaklar sundum size, hediyeler aldım, kurbanlar verdim. Mumlar yaktım, ilahiler dizdim. Bütün bunları yapmışken, bana, ben aslında yokum demeniz biraz ironik oldu. Bırakın da olup olmadığınıza ben karar vereyim. Biraz sert bi' cevap oldu ama durum bundan ibaret. Hem siz neden bu soruyu sorup benim ilgimi dağıtıyorsunuz. Boşluk ve maceralarımdan bahsediyordum. Lütfen yapmayın kuzum böyle. Biliyosunuz gel-git akıllıyımdır ben biraz. Velhasıl-ı kelam boşlukta çocukluğumu ve abimi düşünürken ki çok olmaz, yani abim çok aklıma gelmez benim. Tanımadım ben onu, 3aylıkken hoşça kal demiş anneme. Belki de dememiş bilemem. Tanıyamadım yani, bi’ birkaç sene geçirseydik bari az çok bi’ fikrim olurdu. Bizimkiler ne anlatırsa o. Yok abin şöyleydi, abin böyleydi. Bi’ de ağlıyorlar anlattıklarında-annem hariç-, salya sümük, iğrenç bi’ şey anlatamam. Abin senin gibiydi, uzun boylu, yakışıklı, nazikti. Mahallenin ablalarına, teyzelerine yardım edermiş hep. Pazar torbalarını abim taşırmış. Ha bi’ de çok gülermiş. Hep gülermiş, somurtmazmış. Büyük abimle sürekli kavga edermiş hep, dövermiş abim bunu. İnatçıymış da çok. İnatçılığımı da benzetirler. Ben bildiğim ne varsa arkasında dururum dedikçe, onlar al bak aynı abisi derler. Sinirimi bozar. Kaşım gözüm de ona benzermiş, o daha kumralmış sadece. Belki biraz daha kısa ama daha yakışıklıymış. Belki ablam beni kızdırmak için böyle diyordur. Çok umursadığım söylenemez. Neyse boşluktayken abimi düşündüm, klişeler beni de boğdu, ya olsaydı, ya yaşasaydı diye? Daha iyi mi olurdu yoksa herhangi bir şey değişmez miydi hayatımda? Cevaplanmayacak türden sorular ama insan işte boşlukta olunca bi’ meşgale arıyor kendine.

Bir de gün meselesi var. Misal boşlukta sen yokken hep pazardı. Belki saatleri sayamıyordum, takip edemiyordum ama her gün pazardı. Pazar sıkıcılığı, karamsarlığı vardı hep. Hoş diyeceksin Ali Bey siz tercih ettiniz boşluğu diye ama ne bileyim işte. Ben sevmem Pazarları Ayşe. Pazarlar tüketir insanları, ruhları küçültür, şehirleri eskitir, yeşil insanlar kırmızıya döner. Yarının sıkıntısından günü yaşayamazsın. Sevmem ben pazarları Ayşe, hiç hem de.…

Read more...

Ölmesin çocuklar, şeker de yiyebilsinler!

7 Ağustos 2011 Pazar


Üşüyorum, ayaklarım üşüyor. Çıplak ayaklarım, yürüyemiyorum. Tutmuyor bacaklarım. Midem karnıma yapıştı sanki. Kar yağıyor; avuç avuç. Babam öyle derdi. Beyazlar dökülüyor saçlarıma. Saçlarım yok! Olsaydı ya baba! Babam da yok! Olsaydın ya baba! Yaşasaydın, şeker yeseydik ya baba beraber! Dişlerim çürümezdi ki sen olsan!

.

.

.


Çırılçıplağım. Sokakları gezer durur çalarım kapınızı, duymazsınız sesimi. İçerim yanıyor, kavruluyorum. Gözlerim alevler içinde. Saçlarım döküldü, bey amca. Duyulmuyor sesim. Başını eğme n’olur! Buradayım ki ben, görsen ya beni! Kendi kendine konuşma bey amca, benimle konuş! Hem Ninem, deli der kendi kendiyle konuşanlara. Çok komiktir ki ninem! Elini top gibi yapar, sağa sola sallar, göz kırpar, masallar anlatır bana! Ninem nerede ki? O da yok!..

.

.

.


İçim yanıyor ağabeyler, bir yudum su verseniz ya! Dudaklarım kupkuru. Üşüdüğüme, titrediğime bakmayın. İçim yanar, elim, avucum, tenim yanar, kavrulur. Saçlarım?!.

Yandı! Tutuştular önce, aslan gibi derdi ninem aslan yelesi gibi sapsarı oldum, yandı sonra kül oldu. Külü havaya savruldu, rüzgara karışmış, ta uzak diyarlara gitmiştir ki!

Annem çok severdi saçlarımı, kemik tarağıyla tarar dururdu akşamları mum ışığında, babam da bizi izlerdi. Gıkımı çıkarmazdım, sanki ses çıkarsam herkes kaybolacakmış gibi gelirdi. Elinde avucunda uyuyakalırdım annemin. Babam yatağıma yatırırdı. Ne ses çıkardım, ne kılımı kıpırdattım amcalar! Niye kayboldu herkes? Şimdi annem nasıl tarayacak saçlarımı? Üzülür ki annem! Üzülmesin ağabeyler, annem! Üzmeyin annemi! Anne? Annem de mi yok?

.

.

.


Küçüktüm ki ben, yedi yaşında bir kızdım, ne anlarım savaştan, barıştan? Silah, top, tüfek, bomba bilmem ki? Daha anlatmamıştı ninem o masalları! Babam savaş kötü bir şeydir dememişti. Annem doyamamıştı daha saçlarıma. Doyamam derdi ki hep. Doymasın annem saçlarıma, bana doymasın! Ben de doyamadım onlara, hem şekere de doyamadım. On değil çok yıl oldu ben öleli bey amcalar, büyümedim ki ben, büyüyemedim. Hem ölü çocuklar büyümez ki! Ölmesin çocuklar bey amcalar, şeker de yiyebilsinler!




Kızılay aracılığı ile 2868'e 5tl bağış yapın, ölmesin çocuklar!


ya da


Unicef aracılığı ile

AFRİKA yazıp 3005'e (Unicef) ya da yandaki linkten istediğiniz meblağda yardımda bulunabilirsiniz!

Read more...

Firar

20 Haziran 2011 Pazartesi


Bazı şarkılara erişim engellensin. Sansürlensin.

Devlet bi birim kursun. İnsanı, mazhar insanı üzen her şarkı yasaklansın.

Kişisel sansür birimi kursun devlet. Üzülenleri tespit edip sonsuza dek üzülmemeye mahkum etsin.

Üzülmemek-üzülememek, en büyük ceza olsun. Ve böylece devlet etkeni de edilgeni de cezalandırır! Ve böylece devlet nötral Erosu oynar. Kimsenin tarafını tutmaz.

En azından kısasa kısastır bu ektiğini biçtiğin.

Peki ya verilen cezadan kaçmak istersek, ya firara kastedersek... ya o zaman?!!



İncesaz-Firar

Read more...

Bonmod @ Rock'n Beer; Ppllon Stage

13 Nisan 2011 Çarşamba



İsimlerini "iyi ruh hali" ile anlamlandıran Bon Mod, yüksek enerjili müziklerini punk vokallerle pişirip, bir parça 80'ler etkili elektro tozuna, bir parça da disko sosuna batırıyor.

Bon Mod, ilk kayıtlarının yer aldığı Chocolate Cheesecake EP'sini 2009 yılının Ekim ayında Remoov etiketiyle yurtdışında -iTunes, eMusic, Mediamarkt gibi online mp3 dükkanlarında- satışa sundu. Prodüksiyonu Bon Mod tarafından yapılan EP, büyük bir kitlenin ilgisini çekti ve grup, içinde Babylon, Ghetto, Indigo, Roxy, the Hall gibi önemli mekanların ve Adidas Street Festival, YTÜ Bahar Şenlikleri gibi çeşitli festivallerin yer aldığı uzun soluklu bir konser serüvenine başladı. İkili, kendi konserlerinin yanı sıra; Mylo, New Young Pony Club, Data, Ladytron, Fancy, Robots in Disguise ve Little Dragon gibi tanınmış DJ ve sanatçılarla da aynı sahneyi paylaştı.

Bon Mod'un sahnedeki enerjik ve kışkırtıcı tavırları İstanbul müzik sahnesinde kulaktan kulağa yayılarak grubun ilk yılında elliye yakın konser ve DJ set almasını sağladı. Grup bununla da kalmayıp, Ekim 2010'da Paris'in önemli elektronik müzik sahnelerinden biri olan Batofar'da ve hemen ardından Amsterdam şehrinin uluslararası sanatçıları ağırladığı Paradiso'da sahne aldı. Nefes kesen performansları sayesinde ikili, bu iki şehirde çalışmalarını sürekli takip eden önemli bir dinleyici kitlesi edindi.

Grubun ilk videosu, Stanbul, Aziz Kaya ve Ceyhun Kıvrıkoğlu yönetmenliğinde çekildi. Klipte, İstanbul'un her gün deneyimlediğimiz halleri grubun tatlı-sert yorumu ve renkli performansıyla ortaya koyuluyor. MTV, Dream TV, Number One Tv gibi önemli müzik kanallarında Ekim 2010'da yayına giren klip kısa sürede ses getirdi; Dream TV müzik listesinde 4. sıraya kadar yükseldi.
Dinleyicilerin heyecanla beklediği grubun ilk albümü Idolize Yourself, Remoov ve Topkapı-Universal etiketiyle müzik marketlerde.



21.00'da bekliyoruz. Katılımcıların dans etmesi zorunludur. Yan çizenlerin iştirakı, cebren ve hile ile tarafımızdan sağlanacaktır.




Read more...

  © Blogger template Brownium by Ourblogtemplates.com 2009

Back to TOP