Fabrika günlükleri vol ℮*п⅞+389765
9 Ekim 2011 Pazar
.…aslına bakarsanız Ayşe, tüm o sizin var olmadığınız zamanlarda ben de kendimi nadasa aldım. Ben de yokmuşum sanki, evet evet yokmuş gibi yaptım. Olmadım, söndüm, soluklaştım. Kovuk mu dersin kutu mu dersin artık ana rahmi mi bilmem, oraya döndüm! Madem Ayşe Hanım yok hayatımda ben de gideyim dedim. Gittim de! Ha iyi mi yaptım? O kısım biraz sürüncemede, tartışılır yani senin anlayacağın. Tartışmalıyız yani bence de? Tartışmamız gerektiğini yay gibi kalem gibi kaşınızın yukarı meyletmesinden anladım. Artık mazur görün, hayatımda ki tek kadın sizsiniz en nihayetinde. Her ne kadar aseksüel bir ilişkimiz olsa da, hormon bu, kolay dizginlenemiyor. Ne diyordum!!! Koskoca insanız değil mi en nihayetinde? Saç saça baş başa kavga edecek halimiz yok! Konuya dönelim-hiç uyarmıyorsunuz Ali Bey dallanıp budaklandınız unuttunuz yine beni diye- Siz yokken bi' farklı göründü dünya dediğim gibi. Hem ben soldum, hem dünya silikleşti. Çift taraflı oldu aslına bakarsanız, ben ondan adım bekledim, o benden. Baktım kimsenin adım atacağı yok, dedim ben geldiğim yere döneyim. Zaten o arada da dünya tamamen gözden kayboldu. Hani sis, pus da değil. Bildiğin boşluk vardı. Önce sorgulamadım. En nihayetinde nadasa almıştım kendimi, dünyayı sorgulayacak halim yoktu. Hem ben kimim ki? Nice feylesoflar denemeye çalıştı da beceremedi. Ama sonra boş durmaktan sıkıldım. Durmak çok sıkıcı Ayşe. Hele bir de günlerce hiç bir şey yapmadan durmak. Canım sıkılmasın diye ilacımın ismini tekrar ettim hep. 2887500e gelince ondan da sıkıldım. Zaten çok da anlamsızdı. Boşlukta insanın ilaca ihtiyacı yok ki. Sağa dön sola dön her şey aynı. Karanlık desen karanlık değil, isli puslu, aydınlık hiç değil. Çok sıkıldım, öyle böyle değil Ayşe! Sonra geriye döndüm doğduğum yıla, sene 19XX. Abim ölmeden 3 ay öncesine. Yeşil insanların arasında doğmuşum ben. Hepsi yemyeşilmiş, bildiğin yeşil yani. Köydeki herkes yeşilmiş. Zorlasan Yeni Türkü esprisi bile yaparsın da gerek yok. Hastanedekiler ise beyazmış, beyaz gelir geçer, yeşil kalır derler bizim orada. Yeşil sonra kahverengi olur, bağlanır toprağa. Dünyaya mıh çakmış gibi kilometrelerce derine iner yeşil insanların kökleri. Yeşilin kırmızıya dönmesi gerekir ki o topraktan kopabilesin. Kopup şehirleri eskitebilsin. Şehirler eskir sen küçülürsün, yaşın ilerler ruhun küçülür. Ters orantı bi' nevi! Misal; 16 yaşındaki abimin her iş çıkışı, oturduğumuz apartmanın önüne gelip pencereden anneme el sallayışını görebilmek için mahallenin genç kızları pencerelere çıkarmış, ablam anlatır. Sonra başlar salya sümük ağlamaya, annem der abinin ölümünden sonra 2 yıl o pencereye çıktı. 2 yıl boyunca oğlunu bekledi. Sen büyüdün, annem küçüldü, sen büyüdün, abin unutuldu. Bir gram ağlamadı, unutmadı da aynı zamanda. Hep biz ağladık, o hiç ağlamadı. Neyin diyeti diye belki sorgulamıştır; Tanrı ona seni verdi, abini aldı. Hep kaderciydik ki biz...
Bir de gün meselesi var. Misal boşlukta sen yokken hep pazardı. Belki saatleri sayamıyordum, takip edemiyordum ama her gün pazardı. Pazar sıkıcılığı, karamsarlığı vardı hep. Hoş diyeceksin Ali Bey siz tercih ettiniz boşluğu diye ama ne bileyim işte. Ben sevmem Pazarları Ayşe. Pazarlar tüketir insanları, ruhları küçültür, şehirleri eskitir, yeşil insanlar kırmızıya döner. Yarının sıkıntısından günü yaşayamazsın. Sevmem ben pazarları Ayşe, hiç hem de.…
0 yorum:
Yorum Gönder