I wish this would be your colour!
26 Kasım 2011 Cumartesi
Kırmızı bir rujla bir sustalı arasında hiç bir fark yoktur bazen. İkisi de deşer, parça parça eder er kişiyi.
Read more...
Mühendis Tandansli Ornitorenk Gözyaşları
Kırmızı bir rujla bir sustalı arasında hiç bir fark yoktur bazen. İkisi de deşer, parça parça eder er kişiyi.
...Selam Ayşe! Nasılsın? Beni sorma. Keza çok majör bi değişiklik yok hayatımda. Geçmişe ait ne kadar temcit pilavı varsa şapır şupur yarabbi şükür diyerek hepsini tüketiyorum. En azından tüketmeye çalışıyorum. Ama bitmiyorlar Ayşe! Bitmiyorlar! Bakma sen tüketiyorum dediğime. Aslında onlar beni tüketiyor. Acımaları da yok hem. Pirinç taneleri ağzımdan, burnumdan, kulaklarımdan girip kuşatıyorlar bedenimi, ah Ayşe! Kalbime giriyorlar. Hepsi kuru, kupkuru! Kalbime girip tüm kanı emiyorlar. Hapsediyorlar içine. Kiracı gibi değil hem de. Sahipleniyorlar. Mıh çakıp parazit gibi emiyorlar. İliğim kemiğim kurudu. Gözümde fer, ciğerlerimde nefes kalmadı. Kalbim dedim ya, aslında ciğerim paralanıyor. Pirinç tanelerinin tamamı ciğerimde. Öyle dolu ki ciğerlerim öksüremiyorum. Öksürünce ağzımdan kıp kırmızı kuşlar dökülüyor. Sanki kozalarından çıkmışcasına yırtıp atıyorlar pirinç kabuklarını. Kızamıyorum da. Bilirsin ne kadar severim kuşları! Ne de güzeldirler! Hele bi' de kırmızıysalar. Kırmızı olsunlar Ayşe. N'olur kırmızı olsunlar! O zaman iyi hissediyorum kendimi. İşe yarıyormuş gibi. Kozalarını ihtiva eden ciğerlerim tükenmiyor da onlara can veriyor gibi hissediyorum. Benim parçammışlar sanki. Baba olamadım ama anne gibi hissettim az biraz Ayşe. Garip değil mi bu biraz? Neyse aslında bir soru değildi bu. Öyle işte sesli düşünüyorum. Neyse ne diyordum?! Kuşlar ve Kırmızılar! Ne de güzeller! Kim bilir benim tükenişim onların kurtuluşu olur. Kurtuluş değil de ne bileyim? Ön ayak olurum onlara. Üzerimdeki kir pas, ciğerlerimdeki kurşuni küf gider belki. Dedim ya bi' işe yararsa tükenişimi kabullenebilirim. Olur yani çok takmam kafaya. Er ya da geç olacaktı biraz erken oldu derim olur biter. Ah Ayşe! ne de güzeller kırmızılar içersinde. Kendilerini de biliyorlar hani . Köftehorlar ben burdayım der gibi salınıyorlar etrafta...
İçten içe çatırdıyorum. Öyle ki çatırdama seslerinden kuşları duymaz oldum. Sanırım onlar da rahatsız seslerden. Artık evlerinin rahatlığı yok kollarımda. Renkleri soluyor, giderek grileşiyorlar. Halbuki ben gençken ne güzeldi her şey. Kırmızı kırmızı parlardı her biri güneşin altında. Kaçışları da olurdu ama asıl beni görmeye gelirlerdi. Elleri de boş olmazdı hem. Derdimi, tasamı kusacağım tüm kutuları taşırlardı. Onlar boş getirirdi ben şarapla doldururdum. Şarabı çok sevdiğimden değil, buralar eskiden üzüm bağıymış ona istinaden ne zaman üzülsem, ağlasam şarap akar damarlarımdan. Tüm vücudumu dolaşır, gözlerimden boşalır. Kuşlar da kıyamaz bana, doldururlar kutuları ve giderler. Başka birinin derdine derman olmak için. Şarapla yıkar, şaraba boyarlar her şeyi. Şehir kan değil şarap ağlar. Evler, ağaçlar, insanlar ve hatta hayvanlar kırmızı değil bordoya boyanır. Şehir bordoya büründükçe kuşlar kan kırmızı olur. Ağlayan, zırlayan, acı çekenler kuşlara tapar; Kırmızı, kızıl, kan kızılı kuşlara. Çok tanrılı, tek temalı din! Acıyın, kanayın, siz kanadıkça başkaları susayacak . Ademoğluna susamayı biz öğrettik, her canlı eninde sonunda susayacak ve kanı tadacaktır. Orni. Kaide 35/14
Eskidendi bunların hepsi. Eskidendi tanrıların hükmü. Şimdi kendi kıçını kurtarmaya çalışıyor dünya. Kuşları tanımıyor, onları görmezden geliyor. Bunu anlayan kuşlar ise soluyor. Onlar soldukça ben kuruyorum. Onlar solarsa ben de kururum ki! Göbeğimiz beraber kesilmedi ama onlarsız uçamam. Köklerim o kadar derin ki nefes alamam. Gerçi artık gelmiyorlar. Yani nefes alamıyorum. Ulaşamıyorum güneşe. E böyle olunca kurumam normal değil mi? Uzaktan görebiliyorum. Hepsi kızıl kızıl ağlıyor. Yere düşen her gözyaşı çoraklaştırıyor toprağı. Toprak yoksa ben de yokum!
İnsanlar eskiden şaraplarla birbirine yardım ederken şimdi kendi kanlarında boğuluyorlar. Boğuldukça aynı yalan söyleniyor. Ama kimse yalanı dillendiremiyor. İnsanlar hatta hayvanlar bile yalan söylüyor artık. Ben bu mahallenin çomarıyım diyen köpeğe bile inanmayacaksın bu devirde. Çağ o kadar hızlıymış ki insanların birbirini görmezden gelmesi normalmiş. Bunu gören hayvanlar da bağımsızlıklarını ilan etmişler. Artık istedikleri kadar yalan söyleyebilirlermiş. İstedikleri neyse onu yapma özgürlükleri varmış. İster adam ister hayvan öldürür, hırsızlık yapar, hatta kinayeli laf bile sokabilir, yarım ağız gülebilirlermiş. Hepsi buymuş, artık özgürmüşler. İnsanların pek umursayacağını zannetmiyorum. Hem çok da umurumda değil…
Read more....…aslına bakarsanız Ayşe, tüm o sizin var olmadığınız zamanlarda ben de kendimi nadasa aldım. Ben de yokmuşum sanki, evet evet yokmuş gibi yaptım. Olmadım, söndüm, soluklaştım. Kovuk mu dersin kutu mu dersin artık ana rahmi mi bilmem, oraya döndüm! Madem Ayşe Hanım yok hayatımda ben de gideyim dedim. Gittim de! Ha iyi mi yaptım? O kısım biraz sürüncemede, tartışılır yani senin anlayacağın. Tartışmalıyız yani bence de? Tartışmamız gerektiğini yay gibi kalem gibi kaşınızın yukarı meyletmesinden anladım. Artık mazur görün, hayatımda ki tek kadın sizsiniz en nihayetinde. Her ne kadar aseksüel bir ilişkimiz olsa da, hormon bu, kolay dizginlenemiyor. Ne diyordum!!! Koskoca insanız değil mi en nihayetinde? Saç saça baş başa kavga edecek halimiz yok! Konuya dönelim-hiç uyarmıyorsunuz Ali Bey dallanıp budaklandınız unuttunuz yine beni diye- Siz yokken bi' farklı göründü dünya dediğim gibi. Hem ben soldum, hem dünya silikleşti. Çift taraflı oldu aslına bakarsanız, ben ondan adım bekledim, o benden. Baktım kimsenin adım atacağı yok, dedim ben geldiğim yere döneyim. Zaten o arada da dünya tamamen gözden kayboldu. Hani sis, pus da değil. Bildiğin boşluk vardı. Önce sorgulamadım. En nihayetinde nadasa almıştım kendimi, dünyayı sorgulayacak halim yoktu. Hem ben kimim ki? Nice feylesoflar denemeye çalıştı da beceremedi. Ama sonra boş durmaktan sıkıldım. Durmak çok sıkıcı Ayşe. Hele bir de günlerce hiç bir şey yapmadan durmak. Canım sıkılmasın diye ilacımın ismini tekrar ettim hep. 2887500e gelince ondan da sıkıldım. Zaten çok da anlamsızdı. Boşlukta insanın ilaca ihtiyacı yok ki. Sağa dön sola dön her şey aynı. Karanlık desen karanlık değil, isli puslu, aydınlık hiç değil. Çok sıkıldım, öyle böyle değil Ayşe! Sonra geriye döndüm doğduğum yıla, sene 19XX. Abim ölmeden 3 ay öncesine. Yeşil insanların arasında doğmuşum ben. Hepsi yemyeşilmiş, bildiğin yeşil yani. Köydeki herkes yeşilmiş. Zorlasan Yeni Türkü esprisi bile yaparsın da gerek yok. Hastanedekiler ise beyazmış, beyaz gelir geçer, yeşil kalır derler bizim orada. Yeşil sonra kahverengi olur, bağlanır toprağa. Dünyaya mıh çakmış gibi kilometrelerce derine iner yeşil insanların kökleri. Yeşilin kırmızıya dönmesi gerekir ki o topraktan kopabilesin. Kopup şehirleri eskitebilsin. Şehirler eskir sen küçülürsün, yaşın ilerler ruhun küçülür. Ters orantı bi' nevi! Misal; 16 yaşındaki abimin her iş çıkışı, oturduğumuz apartmanın önüne gelip pencereden anneme el sallayışını görebilmek için mahallenin genç kızları pencerelere çıkarmış, ablam anlatır. Sonra başlar salya sümük ağlamaya, annem der abinin ölümünden sonra 2 yıl o pencereye çıktı. 2 yıl boyunca oğlunu bekledi. Sen büyüdün, annem küçüldü, sen büyüdün, abin unutuldu. Bir gram ağlamadı, unutmadı da aynı zamanda. Hep biz ağladık, o hiç ağlamadı. Neyin diyeti diye belki sorgulamıştır; Tanrı ona seni verdi, abini aldı. Hep kaderciydik ki biz...
Bir de gün meselesi var. Misal boşlukta sen yokken hep pazardı. Belki saatleri sayamıyordum, takip edemiyordum ama her gün pazardı. Pazar sıkıcılığı, karamsarlığı vardı hep. Hoş diyeceksin Ali Bey siz tercih ettiniz boşluğu diye ama ne bileyim işte. Ben sevmem Pazarları Ayşe. Pazarlar tüketir insanları, ruhları küçültür, şehirleri eskitir, yeşil insanlar kırmızıya döner. Yarının sıkıntısından günü yaşayamazsın. Sevmem ben pazarları Ayşe, hiç hem de.…
Üşüyorum, ayaklarım üşüyor. Çıplak ayaklarım, yürüyemiyorum. Tutmuyor bacaklarım. Midem karnıma yapıştı sanki. Kar yağıyor; avuç avuç. Babam öyle derdi. Beyazlar dökülüyor saçlarıma. Saçlarım yok! Olsaydı ya baba! Babam da yok! Olsaydın ya baba! Yaşasaydın, şeker yeseydik ya baba beraber! Dişlerim çürümezdi ki sen olsan!
.
.
.
Çırılçıplağım. Sokakları gezer durur çalarım kapınızı, duymazsınız sesimi. İçerim yanıyor, kavruluyorum. Gözlerim alevler içinde. Saçlarım döküldü, bey amca. Duyulmuyor sesim. Başını eğme n’olur! Buradayım ki ben, görsen ya beni! Kendi kendine konuşma bey amca, benimle konuş! Hem Ninem, deli der kendi kendiyle konuşanlara. Çok komiktir ki ninem! Elini top gibi yapar, sağa sola sallar, göz kırpar, masallar anlatır bana! Ninem nerede ki? O da yok!..
.
.
.
İçim yanıyor ağabeyler, bir yudum su verseniz ya! Dudaklarım kupkuru. Üşüdüğüme, titrediğime bakmayın. İçim yanar, elim, avucum, tenim yanar, kavrulur. Saçlarım?!.
Yandı! Tutuştular önce, aslan gibi derdi ninem aslan yelesi gibi sapsarı oldum, yandı sonra kül oldu. Külü havaya savruldu, rüzgara karışmış, ta uzak diyarlara gitmiştir ki!
Annem çok severdi saçlarımı, kemik tarağıyla tarar dururdu akşamları mum ışığında, babam da bizi izlerdi. Gıkımı çıkarmazdım, sanki ses çıkarsam herkes kaybolacakmış gibi gelirdi. Elinde avucunda uyuyakalırdım annemin. Babam yatağıma yatırırdı. Ne ses çıkardım, ne kılımı kıpırdattım amcalar! Niye kayboldu herkes? Şimdi annem nasıl tarayacak saçlarımı? Üzülür ki annem! Üzülmesin ağabeyler, annem! Üzmeyin annemi! Anne? Annem de mi yok?
.
.
.
Küçüktüm ki ben, yedi yaşında bir kızdım, ne anlarım savaştan, barıştan? Silah, top, tüfek, bomba bilmem ki? Daha anlatmamıştı ninem o masalları! Babam savaş kötü bir şeydir dememişti. Annem doyamamıştı daha saçlarıma. Doyamam derdi ki hep. Doymasın annem saçlarıma, bana doymasın! Ben de doyamadım onlara, hem şekere de doyamadım. On değil çok yıl oldu ben öleli bey amcalar, büyümedim ki ben, büyüyemedim. Hem ölü çocuklar büyümez ki! Ölmesin çocuklar bey amcalar, şeker de yiyebilsinler!
Kızılay aracılığı ile 2868'e 5tl bağış yapın, ölmesin çocuklar!
ya da
Unicef aracılığı ile
AFRİKA yazıp 3005'e (Unicef) ya da yandaki linkten istediğiniz meblağda yardımda bulunabilirsiniz! http://t.co/3CyL2Gh
Read more...Bazı şarkılara erişim engellensin. Sansürlensin.
Devlet bi birim kursun. İnsanı, mazhar insanı üzen her şarkı yasaklansın.
Kişisel sansür birimi kursun devlet. Üzülenleri tespit edip sonsuza dek üzülmemeye mahkum etsin.
Üzülmemek-üzülememek, en büyük ceza olsun. Ve böylece devlet etkeni de edilgeni de cezalandırır! Ve böylece devlet nötral Erosu oynar. Kimsenin tarafını tutmaz.
En azından kısasa kısastır bu ektiğini biçtiğin.
Peki ya verilen cezadan kaçmak istersek, ya firara kastedersek... ya o zaman?!!
© Blogger template Brownium by Ourblogtemplates.com 2009
Back to TOP